Yasama yürütme ve yargının sokaklara inip aramızda kol gezdiği Dredd'in yeni filmini uzun zamandır bekliyordum. Güzel bilimkurgu öğeleri ile bezenmiş, aksiyonun ön planda olduğu, birçok toplumsal olgunun da arkaplanda analizden geçirildiği Dredd bizi neyse ki oldukça tatmin etti.
Dredd, nükleer post-apokaliptik bir Amerika'da, duvarlarla çevrili mega şehirlerin oluştuğu, karmaşanın, yoğunluğun, kalabalığın, sıcağın, tozun, pisliğin her yerde olduğu bir uzamda karşılışıyor bizi. Sekiz yüz milyon insanın konakladığı, New York ve Boston arasının tamamen kaplayan Mega City 1, karanlık ve umutsuzluğun insanoğlu üzerindeki etkisini çok uzaklardan bile yansıtabilen bir şehir. Umudun, morallerin, etiğin yokolduğu bu şehirde pek tabi suç oranı da tavan yapmış durumda. Bu şımarıklığı da düzeltmek için kurulan Adalet Sarayı'nın görevlileri olan 'Judges' yani yargıçlar, aslında MP Polisi - Yargıç terimlerinin sokakta vücut bulmuş birleşmiş halleri. Özet olarak herhangi bir yargıç sokakta sizi yakalayıp yargılayabiliyor, hükmünüz idam ise hemen orada gerçekleştirebiliyor.
Filmin konusu ise özetle şu şekilde, şehirde yeni çıkan ve aşırı derecede tutan Slow-Mo adlı uyuşturucu büyük tehlike oluşturmaktadır. Bir cinayet ihbarı üzerine varoşlardaki Peach-Trees adlı 200 katlı dev Mega-Bina'ya giden Dredd ve psijik mutant stajyeri Anderson, şans eseri buranın Ma-Ma ve klanının üssü olduğunu ve Slow-Mo'dan bu klanın sorumlu olduğunu öğrenirler. Klanın önemli üyelerinden birisini yakaladıktan sonra merkeze sorgulamak üzere geri götürmeye çalışırlarken, Ma-Ma elemanını sorgulanmasını önlemek için binayı tamamen kapatır ve bütün apartmana duyuru yaparak bu iki yargıcı infaz etmesini ister, bu şekilde aksiyon başlar. Yakın zamanda izlediğimiz harika ötesi Endonezya aksiyon filmi The Raid: Redemption ile konu aynı aslında.
Mükemmel bir distopya ile karşılıyor bizi Dredd. Gattaca'dan aldığım distopya duygusunu, geçen yılın filmi In Time'da ucundan koklayabilmiştim. Dredd bana Gattaca'ya çok yakın, özellikle ilk yarısında, distopya duygusunu tüylerim diken diken olurcasına verdi. Maalesef ikinci yarı tamamen bina içinde geçtiğinden, o güzel yaratılmış distopyayı çok görme fırsatımız olmadı, ki bu beni üzen maddelerden biriydi. Güzel bilimkurgu detaylarının süslendiği, yerinde bir post-apokaliptik uzama çok başarılı bir distopya düzeninin oturtulduğu apaçık. Film ön planda mükemmel bir aksiyon filmi iken, arkaplanda hüküm ve yargının, ölümün ve yaşamın değerinin, orantısız gücün, yozlaşmış düzenin ve koruyucuların yavaş ve ince ince yergisini bizlere aktarıyor. Robotik hale bürünmüş yargıçların sokakta koruduğu düzenin, düzene ne kadar yardım ettiği, sokaktaki insanın düşüncesine bile danışmadan verilen hükümlerin ne ölçekte yararlı olduğu husuları arada bir göz kırpıyor.
Yargıç olmak istemeyen acemi kızımız Anderson ile de aynı şekilde düzen sorgulaması, alacağı kararlar karşısında sürekli tereddüt hali aslında sokaklardan gelen düşüncenin, dünyaya yargıç gözüyle baktığı anki ilk şaşırmasını duyuruyor.
Satır aralarında verilen alt mesajlar haricinde film o kadar göreve yönelik ki, beni mest etti. Kafa yormaya hiç gerek yok; Peach Trees'de tuzağa düşürüldükten sonra Ma-Ma'yı yakalamayı amaç edinen Dredd ve Anderson, film boyunca kat kat binada ilerleyerek aksiyondan aksiyona uçuyor. Ve aksiyonlar harkulade. Film daha Dredd girişinin yapıldığı ilk sahneden itibaren kaliteli bir yapım olduğunu çıtlatırken, binadaki her aksiyon sekansına ayrıca bayıldığımı belirtmek istiyorum.
Dredd'e gelince, herkes Dredd'i Slyvester Stallone ile tanıdı, aslında ben de. Daha sonraları konunun aslında İngiliz 2000 AD'den çıkma bir çizgiroman serisi olduğunu öğrendim. Judge Dreed ne kadar 'cheesy' ise, Dredd o kadar zıttı, aslında çizgiromana bu sefer çok daha sadık. Bu sefer Dredd'in yüzünün gözükmesi, über kahraman Dredd imajı gibi yanlışlar yok. Dredd o mükemmel miğferini film boyunca çıkarmıyor ve kahraman imajı çizmiyor. Çok uzman bir özel tim imajını sürekli kurduğu planlar ve tuzaklar ile bilinçaltımıza gömüyor. Kahraman olmadığını zaten ikinci yarısı çok net bir şekilde görebiliyoruz, spoiler vermek istemiyorum.
Setlerin ve ışıklandırmanın epey güzel olduğunu söylerek asıl beni çok mutlu eden konuya gelmek istiyorum; soundtrack. İskoç Paul Leonard Morgan (Limitless) Dredd için, gergin, boğuk bir elektro albüm hazırlamış . OST film ile o kadar uyumlu ki, aksiyon sahneleri başlamadan önce başlayan parçalar ile koltukta heyecandan konum değiştirmek rutin hale geliyor.
Karl Urban Dredd karakterine ne kadar yakışmış emin değilim. Bazı yerlerde Dredd'i çizgiromana çok uydurabilirken, bazı sahnelerde ağzı ile sürekli yaptığı 'Not Bad' duruşu aşırı derecede 'çemçük ağızlı' sıfatını kazanıyor ve itici oluyor. Dredd'in ve Anderson'ın kıyafet ve ekipmanları, araçları aşırı iyi. İlk filmdeki aşırı Spacemarine tarzı kıyafetler gitmiş, daha gerçekçi olan saha uniforması yerini almış. Glock tabancanın modifiyesi olan Judge pistol ise filmin şov kısmı. Çizgiromanda yer alan Chopper tarzı motorlar, daha futuristik torunları ile değiştirilmiş ve atmosfere büyük etkide bulunmuşlar. Miğfer'e ise hiç laf yok, müthiş oturmuş Urban'a.
Olivia Thirlby ile ilgili aynı şeyi söyleyemem ama Lena Headey filmde çok iyi. Antigonistlerin protogonistler kadar iyi olduğu filmler her zaman daha dengeli olur, ki burada da aynısı geçerli. Klanın başı, 200ncı katın sahibi Ma-Ma'yı canlandıran Headey, pis duruşu, iğrenç sıfatı, fesat hareketleri ile feminenlikten tamamen çıkmış, korkutucu bir seviyede baba edasıyla filme hükmediyor. Dredd ne kadar düzeni temsil ediyorsa, sakinliğini koruyan o kadın da kaosun içindeki kuralcı düzenin bayrağını taşıyor.
Özel efektler ise gayet yerinde. Slow-Mo kullanan kişinin gözünden gözüken o pastel renkli, simlerin uçuştuğu yavaş dünya gayet ilgi çekici. Özellikle Judge ve Anderson'ın binadaki ilk baskınlarını, bir bağımlının gözünden izlemek heyecan vericiydi. Aşırı 'gore' sahneler, filme ne hikmetse getirilen kız arkadaşları kendilerinden geçirdi. Açıkçası ben de bir sahnede adem-elmamı tutmak zorunda kaldım. Vahşi sahneler filmin ruhuna gayet uyuyor ve ölçülü duruşunu koruyor.
Filmde iki üç yerde farkettiğim mantık hatası çok kopmama neden oldu; fakat eninde sonunda popcorn sci-fi aksiyon filmi olduğundan, hemen hazmedip yoluma devam ettim, öyle yapılmazsa filme tekrar tutunmak imkansız bir hal alıyor çünkü. O kadar yargılamaya gerek yok, bilimkurgu bu, o traş köpüğü görünümlü spreyi sıkar vücuduna, hemen ayağa kalkar, boşverin.
Bilimkurgu, aksiyon, distopya öğelerinin üçlü çektiği bu film öncekine göre kesinlike bir süpriz. Biraz önce Criticker.com'daki eski 'Judge Dredd' notuma baktım, 55'imiş, 55'lik bir filmin devamına aslında ben de şans vermezdim; ama bilimkurgu ve aksiyon sevenleri kesinlikle memnun bırakacak biri Dredd bu sefer.
A dopo.
*Anderson'a dikkatli bakarsanız, kısa sarı saçları ve siyah kaşları ile Street Fighter'dan Ken Masters'ı görebilirsiniz.
*Ma-Ma is not the law, I am the law.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder