Biz Ankara’da doğmuş, büyümüş çocuklarız. Ankara her ‘an’ımıza, her ‘anı’mıza, duygularımıza, düşüncelerimize, yaşam tarzımıza sirayet etmiş durumda. Her fırsatta da dile getiririz bunu; Ankara ne zaman şöyle ya da böyle filmlerde, şarkılarda, haberlerde gündeme gelse saçma bir şekilde sevinir, gururlanırız. Deniz kenarı şehirlerden gelenler dostlarımız, İzmirliler, Antalyalılar, bilhassa da İstanbullular (aslında en temelde İzmirliler) sevmezler Ankara’yı; “denizi olmayan şehir mi olur?” derler. Onlara içten içe hak veririz -denizi olan şehirleri biz de çok severiz- ama asla kabul etmeyiz Ankara’yı içinde denizi olmadığı için sevmemeyi. Eh, hal böyle olunca İstanbul ile ilgili 1-2 cümle karalayınca yazılanlar “bir Ankaralının gözünden İstanbul” oluyor. Biz Ankaralılar da İstanbul’u çok severiz; bulduğumuz fırsatlarda İstanbul’u gezmeye gider, yabancı arkadaşlarımıza İstanbul’u överiz. Taksim de dolanır, Kadıköy’e geldiğimizde “işte İstanbul’daki Ankara burası” deriz. Ama sonuç olarak bizim için yaşam Ankara’dır; İstanbul’a arada sırada gidip gezmesi güzeldir. İstanbul’un keşmekeşi yoruyordur bizi, bu kadar karışıklık bize göre değildir.
Bir zamanlar “Çizgilerle İstanbul” adı altında İstanbul’da
geçen, İstanbul’u bir fon olmanın yanında bir karakter olarak kullanan 1-2
çizgiromandan bahsetmiştim. O başlıkta İstanbul’un Türkiye’nin sanatsal
dünyasına derinden işlediğini; ister edebiyat olsun, ister sinema, ister müzik
ya da başka mecralar, kültürel öğelerin çok büyük bir kısmına İstanbul’un
bulaştığı fikrimi paylaşmıştım. O zamandan beri İstanbul’u anlatan çok
beğendiğim şarkılar daha bir dikkatimi çeker oldu. Tabii “İstanbul’u anlatan
şarkılar” isminde bir liste yapmak çok da mümkün değil, her birimizin bir
oturuşta sayabileceği en az 100-150 tane içinde İstanbul geçen çok güzel, çok
sevdiği şarkılar vardır. Hele ki “İstanbul Hatırası – Köprüyü Geçmek” isminde
enfes bir belgesel İstanbul’u müzik üzerinden anlatmışken beyhude bir çaba
olurdu benimkisi. Benim niyetim yalnızca kimisinin çok fazla bilinmediğini
düşündüğüm, İstanbul’u güzel bir şekilde anlatan şarkılardan bir kuplesini
derlemek, paylaşmak.
ARANOT: Yazı sanırım biraz uzun oldu, o yüzden
paylaşmak istediğim şarkıların en alta bağlantılarıyla birlikte bir listesini
koydum.
“Cihangir” isimli şarkıyla İstanbul’un gece gündüz hiç
bitmeyen, daima hareketli, hipnotik yaşantısına bir giriş yaparak açılır Wax
Poetic’in “İstanbul” albümü. Bir ses sürekli “mavidir her yer” diye
tekrarlamaktadır arka planda; ama bu mavi insana (Karadeniz’inki gibi) denizin,
gökyüzünün mavisini hatırlatmaz. Daha çok arafın rengi olabilecek, griye çalan
bir mavi tonu canlanır benim gözümde, gecesi gündüzüne karışmış İstanbul’un
rengidir sayıklanan. Hele ki ilerleyen aşamalarda arka planda duyulan
“uyurgezer” sayıklamaları iyice pekiştirir bu düşünceyi. Gündüzün sona ermeyi
başaramadığı bir gecede İstanbul’dayızdır. Ardından Nil Karaibrahimgil’in eşlik
ettiği “Hoppala” ise –biraz da “Cihangir” şarkısının ardından gelmesi
nedeniyle- İstanbul’da yeni hareketli bir sabaha uyanma çabası gibidir.
“Uyandığımı sandım, İstanbul’daydım” der Nil bize, ardından da İlhan Erşahin’in
saksafonu girer devreye. Wax Poetic’in İstanbul’u bu kadar güzel
anlatabilmesinin temel nedenlerinden biridir İlhan Erşahin; saksafonu sürekli
boğazdan geçen vapurları anımsatır. “Hoppala” da hafif hafif, arka planda
duyduğumuz vapur sesleri, “Morning Prayer” şarkısında solist olmuşlardır. Artık
uyanmış, boğaz kenarında bir simitçide kahvaltı yapıyoruzdur. Bir önceki
gecenin mahmurluğu üstümüzdedir hala, ama İstanbul’da yeni bir gün bizi
beklemektedir ve uyanmamız gerekmektedir. Ve ardından İstanbul’da gezmeye
başlarız. Ara ara tanıdık sesler gelir kulağa; kimi zaman Gökhan Özoğuz
(Athena) ile Murat Toktaş (Siya siyabend)’ın sohbetlerine denk geliriz, kiminde
Demet Evgar’a, Nil Karaibrahimgil’e ya da Dilara Sakpınar (123)’a. Yavaş yavaş gece
gelir, ama gün bitmez. “Cihangir” şarkısının farklı bir yorumu ile başka bir
gecede hayat İstanbul’da devam etmektedir.
Tabii herkes için karmaşayla, koşuşturmayla dolu bir şehir
değildir İstanbul. Kimisi için de nostalji, sükut, huzurdur. Bir ruh dinginliğine
çağırır İncesaz bizi “İstanbul’a Dair” isimli albümünde. İncesaz’ın tamamen
müzikal, sözsüz iki albümünden ikincisidir “İstanbul’a Dair”. “Akşamın Renkleri” isminde, hafif hüzünlü, nostaljik bir şarkı ile karşılar bizi. Gün
batımında yaşlı bir İstanbullu eski günlerini anlatıyordur. Albüm bu hüzünlü,
sakin tonunu sonuna kadar da sürdürür. Zaman zaman “Sarnıç Sokak” , “SekizOnbeş Treni” ya da “Bayram” gibi şarkılarda bir neşe, “Balıkçılar” , “Sırma”
gibi şarkılarda hafif bir heyecan eşlik eder müziğe.
İncesaz’ınkine yakın bir sakinlik, Flört’ün ilk albümündeki
“İstanbul” şarkısında da vardır.
Yeşilçam filmleri görüntüleriyle bezeli klibinde sokak sokak dolaştırır
bizi İstanbul’da Flört. Sokaklarda yaşanan ve kaybedilen bir aşkı anlatmaktadır
şarkı; ancak bizlere değil, İstanbul’a. “Neden, İstanbul, onu aldın benden?”
diye sormaktadır şarkıda, eski Türk filmi görüntüleriyle de birleşince İstanbul’a
gelip İstanbullu olan, gözü açılan sevgili canlanır insanın gözünde. Adamı
yutar İstanbul.
İstanbul’a yakaran bir Flört değildir. Bir de Aziz Nesin’in
kaleminden Yaşar Yaşamaz vardır İstanbul’a yakaran. “İstanbul dedik de özendik
geldik / Kaldırım taşına uzandık kaldık / Canımızı verdik, az çok kazandık /
Onu da elimizden aldın İstanbul” der Yaşar Yaşamaz, ve “Yaşar ne yaşar, ne
yaşamaz” kitabında başından geçenleri anlatır. Aziz Nesin’in bu cümleleri,
Nadir Göktürk’e de ilham olmuştur ve Ezginin Günlüğü’nün “İstanbul” şarkısı
doğar. Resmen Aziz Nesin’in kitabında birkaç satırını okuduğumuz şarkının
tamamını yazmıştır Nadir Göktürk. Büyük şehirdir İstanbul, karmaşıktır. “Adamı
yutuverir”, hiç acımaz. Ezginin Günlüğü’nün şarkısını dinlerken, “… Hani taş
toprağın altın İstanbul?” diye sordukça eski Türk filmlerindeki Halit Akçatepe
ya da Kemal Sunal canlanır insanın gözünde. Erkan Oğur’un sesinden “Neden Geldim İstanbul’a?” yı dinleme dürtüsü doğurur şarkı. Herkese karşı cömert
değildir İstanbul, gözü açık değilse insan, kayboluverir. “Ne kadar kalleşsin ah
dünyam, tutmuş sana aşık olmuşum. Ama olsun, aldat beni ölene kadar” diye
seslenir Peyk İstanbul’a, “İstanbul” isimli şarkısında.
İnsanların İstanbul’la alıp veremedikleri olması çok
şaşılacak bir durum değil, ama bazıları da uyum içindedir şehirle. Bazı sanatçılar,
şehirle çatışmaların dışına çıkarak şehirle ahenkli bir tarzı tercih ederler.
Bunun en güzel örneklerinden birisi Birsen Tezer’in “İstanbul” şarkısıdır.
Vapurda oturmuş bir yandan martıları, bir yandan boğazı, bir yandan da boğazdan
enfes İstanbul manzarasını izlemenin hissiyatını verir şarkı “Beş dakikada bir
motorunun acelesine inat / Biniyorum meçhule, ardımda martılar telaş…” şeklinde
giden şarkıda. Martı ve boğazın tınılarıyla bezeli bir başka enfes şarkı ise
çok sevilen “Üsküdar’a Gideriken” melodisini kullanarak Mercan Dede’nin yaptığı
“İstanbul” şarkısıdır. Sakin, durağan bir ritim eşliğinde akan şarkıda Ceza anlatır
“mahşeri şehir” İstanbul’u. Bu şarkının hemen üstüne de Light in Babylon’un
Hinech Yafa ile birlikte İstanbul’da (büyük ihtimalle İstiklal’de) sokak müziği
olarak kaydettiği “İstanbul” şarkısı da ne güzel gider. Ne güzel, duru bir
sestir Hinech Yafa’nınki. “Ve İstanbul – Titriyor. Bak, ben korkmuyorum.
Doğruyu söylüyorum, korkmak zorunda değilim. Ama sana hala aşığım” diye bitirir
enfes şarkısını.
Dedik ya, mahşeri bir şehir İstanbul. Kimisi de o
kalabalığını, karmaşasını hisseder/hissettirir şarkılarında. Mesela Sertab Erener yıllardır yaptığı –tek ve
en güzel- şarkı olan “İstanbul” da “… hepsi aynı kazanda kaynıyor İstanbul’da”
diyerek anlatır İstanbul’un çok yüzlerini. Fatih Akın’ın eşsiz belgeseli “İstanbul
Hatırası – Köprüyü Geçmek” de de Duman’ın gözünden dinleriz İstanbul’u, “İstanbul”
isimli şarkıda. “… bu şehir kanımızı emer, bu şehir için ölmeye değer…” yeterince açıklayıcıdır aslında,
İstanbulluların İstanbul’la olan ilişkisini anlatmak açısından. Şehre yönelik
Dumanvari başka bir rock yorumu da saykodelik Rock grubu “Dinar Bandosu” ndan
gelmiştir. “En Güzel Kadın İstanbul” şarkılarında “Belanı arıyorsan tam yerine
geldin, kendini arıyorsan tam yerine geldin…” diyerek anlatır İstanbullu olmayı.
Gönül isterdi ki son olarak İhtiyaç Molası’nın sözsüz “İstanbul”
isimli şarkısıyla bitireyim bu yazıyı. Çok sevdiğim, çok başarılı bulduğum bu
parçayı ne yazık ki internette bulamadım. Bulabilenler için İhtiyaç Molası’nın
ilk albümü “Milad” ın en güzel parçalarından bir tanesidir “İstanbul”. Finali
içeriden bir sesle yapamıyorsak biz de dışarıdan bir bakışla bitirelim. Dünya
çapında bilinen “İstanbul is not Konstantinopole” şarkısının They Might Be
Giants isimli grubun yorumu, tam olarak “bizi hala fesli develere binen
insanlar sanıyorlar” yargısını destekleyen klibi ile birlikte. “Eğer Konstantinopolis’te
bir randevun varsa o seni İstanbul’da bekliyor olacak”.
Yazıda ismi geçen şarkılar:
Flört - İstanbul
Erkan Oğur -
Neden Geldim İstanbul’a?
Peyk -
İstanbul
Birsen Tezer -
İstanbul
Mercan Dede -
İstanbul
Light in Babylon &
Hinech Yafa - İstanbul - şarkı sözleri
Sertab Erener -
İstanbul
Duman -
İstanbul
Dinar Bandosu -
En Güzel Kadın İstanbul
They Might be Giants - İstanbul (not Constantinopole)
Yazıda ismi geçemeyen şarkılar:
İlhan Erşahin & Eric Truffaz - Bosphorus
Dizzi Man's Band - Turkey Turkey
ve daha niceleri...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder