11 Kasım 2011 Cuma

Hani Akdeniz'e doğrasalar beni...

Barış Manço'nun özellikle Mançoloji albümündeki şarkıları sanıyorum ki Türkiye'nin yarısından fazlası ezbere biliyordur. Hatta bir festivalde tanıştığımız Avusturyalı bir Türk arkadaşımız, Avusturyalı arkadaşlarına Gülpembe'yi öğrettiğini anlatmıştı.

Öte yandan Barış abinin çok fazla bilinmeyen öyle şarkıları vardır ki... İnsan ilk dinlediğinde ne düşüneceğini, nasıl hissedeceğini şaşırır. Barış Manço'nun Türk alfabesi için bir şarkı yazmış olduğunu biliyor muydunuz? (bknz. S.O.S Aman hocam) Bu yazının konusu bu tür şarkılardan benim dinlemekten büyük zevk aldığım 2 tanesi: Cacık ve Lahburger.

Cacık için aslında tam olarak şarkı demek zor. Rap ile karıştırılmayacak olsa melodi eşliğinde okunan şiir diyeceğim de söz konusu tam olarak bir şiir sayılmaz. Daha çok bir çeşit iç hesaplaşma... Aslında cacık ile ilgili çok bir şey yazmak istemiyorum; sadece çok sevdiğim için paylaşmak istedim.   



Asıl hakkında birkaç kelime laf edilecek şarkı Lahburger. Aslında şarkının adı bile konunun ne olduğunu, ne dinleyeceğimizi net bir şekilde anlatıyor. Anadolu ile, geleneksel ile (Lahmacun) batının, yeninin, evrenselin (Hamburger) arasında kalmış bizler, Türkiye, Avrasya, vb. Konuya "Barış Manço dokunuşu" ise şarkının bölümlenmiş yapısında gizli. Öncelikle "evvel zaman içinde..." diye başlayarak neler olduğunu anlatıyor bize Barış abi. Diyor ki; kırmızı köşede geleneklerine sıkı sıkıya bağlı, bu topraktan çıkana hayran bir kitle var, mavi köşede ise özellikle batıdan gelene, yeni olana, popüler-evrensel olana meraklı başka bir kitle var. Bu iki kitle sürekli bir çatışma halinde; kırmızı, mavinin geleneğimizi yozlaştırdığını, bize ait değerlere sahip çıkmadığını düşünüyor. "Türk sanat müziğinin makamlarını bilmez, rock müziğin OD'den ölen yıldızlarının hayat hikayelerini ezbere bilir" diyor. Mavi ise kırmızıyı eski kafalı buluyor, değişime ayak uyduramadığını, yeni dünya düzeninde bu şekilde yer alınamayacağını söylüyor.

İkinci kısım geldiğinde ise Barış abi her iki rengin de kendine has bir güzelliği olduğunu anlatıyor. Onun böyle güzellikleri var, bunun böyle güzellikleri var. Asıl farkını, bahsettiğim "Barış Manço dokunuşu" nu da bu noktada koyuyor zaten: Olumsuzluklara değil, güzelliklere eğiliyor.

Son bölüm şarkının geriye kalanından alakasızmış gibi geliyor. Lahmacun ve hamburgerden bahsettikten sonra "rakı-ayran, şal-çuha, vs." ne alaka diyor insan. Barış abi burada bize diyor ki; içmesini bilene rakı da bir ayranda. Yani sen adam olabildikten sonra kırmızı da bir, mavide. Ve yeni dünya düzeninde bir tarafa ya da öteki tarafa karşı olanlar tutunamayacak, her iki tarafı da hevesle kucaklayanlar ayakta duracak.



Daha fazla uzatmanın aslında çok da manası yok aslında. Bu şarkıları (ya da kendini düşüncelere götüren başka şarkıları) dinleyen ve benim gibi düşüncelere dalanlarınız olursa bir fırsatını bulur, oturur uzun uzun sohbet ederiz.

1 yorum: