26 Ağustos 2012 Pazar

Saatsiz Ülke - Yiğit Kulabaş

Salve,

Zaman insan hayatındaki en önemli kavram. Hani kavramlardan biri diyerek muğlak bir tanımla başlamak istemedim. Gerçekten öyle bir şeyi tanımlarken, bir cümleyi kurarken, geometrik düzlemde bir nokta koymaya çalışırken bile işin içinde. Bizim gibi faniler içinse sürekli akıp gidiyor. Yaşlanmak, yetişmek, beklemek, doldurmak, bitirmek.

Ha bir de işin göreceliliği var. Doğru. Keyifli geçen zamanın bir iron maiden şarkısı gibi akıp gitmesi(geceyarısına iki dekke), zulüm gibi gelen zamanların bir serdar ortaç yaz hiti kadar kanırttıra kanırttıra geçmesi. Einstein mevzuyu böyle anlatsa daha iyiydi. Neyse, konumuz kitap.

Yiğit Kulabaş'ın Saatsiz Ülke kitabını okumaya başladığımda, bayramdı. Tamamen inzivaya çekilmiş görmemiş gibi kitap okuyor, şarap içiyor, hamakta yatıyor ve erik yiyordum. Erken kaybedenleri bitirdikten sonra kütüphaneye yöneldim. Bu sefer planlamadığım bir şey okuyacaktım. Hep bir sonraki okuyacağım kitap kafamda olur normalde. Kitaplığa gittim ve bir kitap seçtim arkasını okudum. İyi dedim ben bunu okurum. Çünkü zaman bol. Hiçbir şeye yetişmeye çalışmıyorum. Bitiririm sonra da gerekirse ulan ne boktan kitapmış der pişman olurum dedim. Çünkü bunu yapabilecek lüksüm vardı. 3 gün oğlum. Sadece bana ait. Kimse bıdı bıdı yapmıyor. 


Saatsiz ülke, şöyle başlıyor. Bir sabah Türkiye uyanıyor ve ülkedeki mekanik elektronik hiçbir saatin çalışmadığını fark ediyorlar. Saat kaç kimse bilmiyor. Güneş doğuyor ve batıyor ama kimsenin fikri yok saatin kaç olduğundan. Bu sırada kitabın kahramanları Selim, Kerim ve Arya bunaltıcı hayatlarında izin almışlar Bozcaadaya gitmişlerdir. Kerim'in hep gittiği pansiyona giderler. Lale işletir pansiyonu ve pansiyonda sadece buzdolabını çalıştırmak için bir jeneratör vardır. Onun dışında elektrik yoktur, saat hiç olmamıştır. 


Bozcaada'da saat önemli değildir zaten. Orada insanlar acıkınca yer, isteyince içer ve azınca sevişir diyor kitap. 

Hikaye inceden fantastiğe kayıyor, Bozcaada Ayazma sahillerine penguenler geliyor. Beyin bölgeleri için araştırma yapan profosör kadın bize bilimsellik açıklıyor. Saat kavramının insanlığı manüpüle etmek için ürettildiğini ve Zamanya denen bir şirketin dünyanın işleyişine sahip olduğunu söylüyor. Saat insanların özgürlüğünü elinden alan en önemli oyuncak çünkü. Yaptığın işi birime çevirmek, ufak bir çark halinde kalmak vesaire. Giren ilginç karakterler ve güzel Bozcaada anlatımı ile (Bozcaada sevenleri biraz daha içine çekiyor belki bu yüzden) kitap pişman etmiyor. Ancak konuyu ve daha doğrusu hikayeyi beklenen ölçüde iyi sonlandıramayışı, kitabı bitirdikten sonra kafada "vay anasını" etkisi sağlamıyor. Oldukça akıcı yazan Yiğit Kulabaş, fantastik ve bilimkurgu sınırlarına inceden giren keyifli bir roman çıkarmış. Daha iyi bir son veya noktaların birleştirilmesini sağlasaymış daha da şık olacakmış ama merakla okutması sanırım yazarın başarısı.

Bu arada daha sonradan öğrendiğime göre Saatsiz Ülke bir devam kitabı. Yazarın ilk kitabı olan Zamanya'dan sonrasını ele alıyor. Fırsat bulunca o da okunmalı.

Ciao.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder