28 Aralık 2011 Çarşamba

Duygusal Dövüş filmleri

Az önce Warrior'u izledim. Tom Hardy'li Nick Nolte'lu sağlam bir prodüksyon. Alkolik bir babanın iki oğlu olan Tommy(Tom Hardy) ve Brendan(Joel Edgerton) arasında geçen ilk bakışta tam anlamıyla dövüş filmi diyeceğimiz bir film. Zaten filmin posteri direk olarak bunu ima etmekte.
Adamlar kaslılar. Tom'u Bane'den önce(Dark Knight Rises) görmüş olduk gül yüzüyle ve omuzlarıyla. Olay aile içi sıkıntı yaşamış iki kardeşin Amerikan Cage Fight tadına bir yarışmada yaşadıklarını anlatıyor. Saçma sapan bir olay. Kısaca, neredeyse ölümüne dövüşen 16 adam ve yarışmanın sonuncusuna verilen 5 milyon papel var ortada. Buraya kadar son derece Mortal Kombat, hayvan gibi vuruyorlar birbirlerine. Fakat işin tüm şiddetinin yani güçlüysen ayakta kalırsın sonuna kadar başarmaya çalışırsın mesajlarının dışında bir aile dramı var. İşin bu kısmı oldukça mevzuyu dramatikleştiriyor. Başarılı oyunculuklar ve iyi görüntü yönetmenliğini de eklemek lazım. Bağımsız film tadında izleniyor. Sonunda duygulandım, lan noluyoruz dedim kendime.

Sonra bu minvalde izlediğim ve beğendiğim filmleri düşündüm.

Fighter, Mark Wahlberg, Cristian Bale sorunlu bir abi ile ona her zaman itimat eden kardeşin zafer hikayesi. İzlediğin andan itibaren bunun bir zafer hikayesi olduğunu biliyorsun, başka türlüsü gitmiyor tutmuyor çünkü ama yine de işin dövüşmek boyutundan çıkarabilen bir filmdi. Zaten iyi eleştiriler ve ödüller aldı.
 Bir diğer duygulandıran dövüş filmi kendi nacizane görüşümdür ki, Rocky Balboa. Rocky serisinin altıncı ve son filmi, Fantastik bir kahramanmış gibi gördüğümüz ve çocukluğumuzdan bugüne soğuk savaşı bile dövme yetisine sahip Rocky'nin yaşlığını ve boks dışında hayatla mücadelesini gördük. Ring'e çıkması da sanki tüm yaşadığı sıkıntıların imgesi ile dövüşüyormuş havası verdi. Daha mütevazi daha korkan bir adam. Ring'den ayrılırken son sıktığı el gördükten sonra boğazımızda bir şey düğümlenmedi değil.

Spor olarak ne boks, ne de diğer dövüşlerden haz duymuyorum. Spordan anladığım şeyi tam olarak doldurmuyorlar. Bu tarz sinema örneklerinde boğazımda bir düğüm kalıyor ama ne yalan söyleyim. Gerçi biraz sıkıntı bende bundan önce de Goal isimli futbol filmini izlerken baya duygulanmıştım o frikikten sonra hele...

16 Aralık 2011 Cuma

2011 kışı

Geçen gün Murat'la da konuştuğumuz bir konu, kış gelince blogger iki şekilde tepki verir, ya çok yazı yazılır, ya da inanılmaz bir durgunluğa girer. Bizde durgunluk oldu, ki çok normal bir durum, bir sorun yok. Hala buradayız.

Benim bu aralar işim başımdan aşkın, Avrupa seyahatleri, mezuniyet sunumu hazırlıkları, bir yandan ev ev dolaşmalar zamanımı tamamen emiyor. Onun dışındaki zamanlarda da yazmak değil, ekrana bakmak bile yorucu geliyor.

Cinematic Corner tadında kısa birkaç öneri yapmak istiyorum ki;

Blade Runner'daki Replicant testi sahnesi, Ides of March'taki son röportaj sahnesi, Contagion'ın introsu, Strange Days'teki ilk cinayet sahnesi bu aralar aklımda kalan güzel film sahneleri, hepsini öneriyorum, hepsi güzel güzel filmler.

Onun dışında Sisifos Söylemi, intihar üzerine felsefi bir bakış yapan bir eser okudum. Ağır, çok kafa karıştıran; ama çok güzel bir kitap, varoluş felsefesine aynanın diğer yüzünden bakan, değişik bir yapım.

Neil Geiman'ın American Gods'ına başlamak sonunda nasip oldu. Kitabı bitirdikten sonra uzunca bir yazı yazmak var aklımda; ama şimdiden çok beğendiğim yönleri var, sürükleyici, şaşırtan bir kitap.

Son olarak kapanış slaydını paylaşmak isterim, profesörlere göstermiş olmamıza rağmen hala kimse bu slayt için 'Bu ne lan?' demedi, ilginçtir.

Çok, ama çok teşekkürler.