22 Mart 2013 Cuma

İyi Güzel Muhteşem Yarın - Cory Doctorow

Cory Doctorow'u daha önce duymuş muydunuz bilemiyorum. Benim kendisini keşfetmem, Türkçe'ye çevrilen (yazının konusu olan) kitabın kapak tasarımını ilginç bulmamla başladı. Yanda gördüğünüz kapak tasarımı ve bir betimleme ya da zincirleme isim tamlaması olmayan kitap ismi, değişik bir şeyler vaad ediyormuş gibi gelmişti bana. Okuduktan sonra biraz aldatıcı olduğuna karar verdiğim kapak ve arka kapak yazısı, benim ilgimi çekmeye yetti: "İlerlemenin sonuna varıldığında ne olur? Çağdaş bilimkurgunun önemli isimlerinden Cory Doctorow, tasarladığı Disney motifleri egemenliğindeki karamsar gelecekte, ergen 'üst-insan' Jimmy ile düşlerinin kızı ölümlü Lacey'nin öyküsü etrafında...". Kitabın sonuna geldiğinizde ise kurgusal hikayenin yanında, hatta belki kurgusal hikayeden çok yazarın ilginç bir insan olduğunu görüyorsunuz. "Bilimkurgu yazarı, blogçu ve teknoloji aktivisti Cory Doctorow, ünlü Boing Boing blogunun ortak editörüdür ve aralarında Guardian, New York Times, Publishers Weekly ve Wired gibilerinin bulunduğu pek çok gazete, dergi ve internet sitesine yazılarıyla katkıda bulunmaktadır. Doctorow, teknoloji yasaları, politikaları ve anlaşmalarında özgürlüğü savunan, kar amacı gütmeyen sivil özgürlükler kuruluşu olan Elektronik Sınırlar Vakfı'nın (eff.org) Avrupa İlişkileri Müdürlüğü görevini yürütmüştür. İngiltere'deki açık üniversitenin konuk profesörlerindendir ve Kanada'daki Waterloo Üniversitesi'nde sanal kürsü sahibidir. 2007 yılında California Üniversitesi Anenberg Kamusal Diplomasi Merkezi'nde Fullbright Başkanlığı görevini yürütmüştür. 2008'de baba olmuştur, kızı Poesy Emmeline Fibonacci Nautilus Taylor Doctorow, her türlü teknolojik ve insan yapımı eseri solda sıfır bırakan bir mucizedir." (Kitabın içindeki yazar tanıtımını direk aktardım) Gerek bu tanıtım yazısından, gerekse hikayeden sonra gelen, 2010 Dünya Bilimkurgu Fuarı'nda yaptığı konuşması ve bir röpörtajı gösteriyor ki bir yandan tam bir bilimkurgu hayranı olan, "geek" olarak adlandırılan insan grubunun örnek bir üyesi, bir yandan da teknik, teknolojik, bilimsel pek çok konuya uzun uzadıya kafa patlatan ve hakkatten çok sağlam fikirleri olan birisi.


16 Mart 2013 Cumartesi

18. ODTÜ Rock Şenliği - Büyük Ev Ablukada, Milankundura, Fil Bizim İşimiz

Bir ODTÜ Rock şenliğini daha bitirdik bu akşam. Bu sene kısmet ilk gün ve son güne oldu, ona rağmen harika konserler dinledik. Yani dinledik derken, bugün biraz tek başıma kaldım. Söz konusu Büyük Ev Ablukada olunca, bir de cuma akşamı olmasının etkisiyle 2-3 gün önceden tükenmişti biletler. Birlikte gidelim diyen pek çok kişi eşlik edemediler bana bu konserde. Bir de tek başıma kaldım derken de nasıl bir olumsuz elektrik varsa üstümde, onlarca insan ayakta kaldı, oturacak yer bulamadılar, benim sağımdaki de solumdaki de iki koltuk boştu, kimse gelip oturmadı yanıma. Çok da itici bir insan değilimdir aslında, insanlar neden ayakta kalmayı, merdivenlere oturmayı benim yanımda oturmaya tercih ettiler tam kavrayamadım.


14 Mart 2013 Perşembe

18. ODTÜ Geleneksel Rock Şenliği - Gevende, Kafabindünya, Mutrib




Bir ODTÜ Geleneksel Rock Şenliği serüvenini daha dün akşam başlattık. Yani ODTÜ MT (Müzik Toplulukları) başlattı, biz hemen hemen her yıl olduğu gibi seyirci olarak yerimizi aldık. Bu sene konser takvimi açıklandığı anda bende büyük bir heyecan yaratmıştı çünkü gerek her günün son grubu, gerekse de ön grupların çoğu sahnede dinlemeyi çok izlediğim gruplardı. Yan taraftaki listede görüyorsunuz zaten, ne kadar başarılı bir liste olduğu, dinleyenin zevklerine göre değişir tabii; ama benim açımdan baya heyecan verici bir program. Tabii geçen senenin şenliği Korhan Futacı, Yasemin Mori ve ön grupları ile yine güzel bir şenlik yaşatmıştı bize. Bu senenin en büyük sıkıntısı artık çalışıyor olmak oldu. Geçen senelerde rahat rahat dinliyorduk; oysa bu sene ilk konserin başlangıç saati de son konserin bitiş saati de önemli bir hal aldı. Biletleri satan çocuğa konser saatlerini sorduğumda kapının 4'te açılacağını, son grubun da büyük ihtimalle 8 civarı çıkmasını beklediklerini; ama konserlerde illa ki sarkma olacağını söyledi. Hal böyle olunca bizde hesaplamalar başladı, saat 6'da ODTÜ'de olabilsek, ilk gurubu kaçırmış olsak, bir şeyler atıştırsak... Aynı bu şekilde de başladık ilk güne. Saat 6'da bir şeyler atıştırıp Mimarlık Anfisi'ne geçtik. En azından ikinci gruba yetişmiş olmak istiyorduk çünkü ikinci grup post-rock tarzları ile Türk rock grupları arasında ayrı bir yerleri olan Kafabindünya'ydı. Tabii Rock Şenlikleri geleneğini bozmadı, saat 6'da gittiğimizde hala daha kapı açılmamıştı. Saat 7 gibi kapı açıldı, saat 7.30 gibi ilk grup Mutrib sahneye çıktı.

6 Mart 2013 Çarşamba

Beş Sevim Apartmanı - Mine Söğüt

Mine Söğüt'ün son kitabı olan "Deli Kadın Hikayeleri" nden bahsetmiştim bir zamanlar. O zamanlar Mine Söğüt, kitapevlerinde karşıma çıkan ilginç bir isimdi, bir yandan merak ediyor, öte yandan sırf kapağına bakılıp kitap alınır mı diyordum. Tabii kitap tasarımlarını, eşi Bahadır Baruter'in yapıyor olması pek bir çekici geliyordu bana (Bahadır Baruter benim özellikle eskiden "Lombak" dergisinde yayınlanan Ruhaltı çizimleri olmak üzere çizimini çok beğendiğim bir karikatürist). "Deli Kadın Hikayeleri" beni çok etkilemişti, Mine Söğüt böylece takip ettiğim bir yazar oldu benim için.

Memo Tembelçizer'in Lemanyak günlerinden kalma "Lemanyak Şehitleri" köşesine pek çok kereler Miki ve Biki olarak misafir olması sonucu çok sevimli, çok sevecen, neşe dolu bir kadın portresi çiziyordu Mine Söğüt; öte yandan böyle sevecen bir iç dünyası olan bir insanın bu tür şeyleri (acı çeken kadınlar, kadına şiddet, deliren kadınların hikayeleri) bu kadar çarpıcı bir şekilde betimlemesi ilginç gelmişti bana. Mine Söğüt'ün nasıl bir insan olduğunu Lemanyak Şehitleri'ni, ya da çeşitli sitelerde denk geldiğim röpörtajlarını okurken iyice merak etmiştim. Bu konuda tüm sorularımın cevabını Burak'la birlikte geçtiğimiz hafta katıldığımız CerModern'deki söyleşisinde aldım.

Mine Söğüt, tam Memo Tembelçizer'in çizdiği gibi, sevimli, neşeli, sevecen bir insan. Anlattığı öykülere hiç uymayan, ince bir ses tonu ve melodili bir konuşma tarzı var. Kitaplarının kaynağı, acı, şiddet, delilik dolu hikayelerin çıkışı ise gazetecilik geçmişinde saklıymış. Yıllarca gazetecilik yaptıktan sonra bir süre Öküz dergisinde yazıları yayınlanmış. Söyleşide söylediği üzere artık televizyonu ve gazeteleri hayatından tamamen çıkarmış. "Süreçleri uzun uzun anlatarak dikkatimizi dağıtıyorlar, sonuçları görebilmemizi engelliyorlar" diyor gazeteler için. Güncel hayatı internetten takip ediyormuş artık. "Süreçleri okumaktansa sonuçlara bakınmakla yetiniyorum" diyor. Kitap yazarken belli bir düzeni olmadığını anlattı söyleşide, "Yazmak; yemek ya da içmek gibi. Nasıl ki acıktığınızda yemek yer, susadığınızda su içerseniz, bunları yapmak gerektiğinde değil, içinizden -doğal yollarla- yapmak gelirse yazmak da benim için o şekilde" diye anlattı (tabii anlattıklarını kayda almadığım için birebir cümleleri değil bunlar). Çoğunlukla bir melodi yakaladığında, o melodiye göre yazarmış. Yazının bir müziği olduğunu, yazı yazarken de çoğunlukla o müziğin peşinde gittiğini söyledi. Kitaplarıyla ilgili soru soran insanlara, bir cevap vermeden önce "siz nasıl düşündünüz?", "siz nasıl değerlendirdiniz?" gibi sorular sorarak olayı bir soru-cevap söyleşisinden çıkartıp daha bir sohbet, tartışma, paylaşım ortamına dönüştürmesi de hoş bir ortam yarattı. Tabii 20 virgülle, 10 satırlık cümleler kuran abilerimiz bambaşka bir tat kattılar söyleşiye, o konuya çok fazla girmesek olur sanırım. Burak arkadaşımızın "Kadınların gözünden onların hikayelerini anlatıp ardından da onları deli olarak nitelendiriyorsunuz. Delilik çok güçlü bir kavram, sizin için, kitaplarınızda delilik nerede duruyor? Delilik sizin için ne anlam ifade ediyor?" sorusu geceye renk katan, cevaplamadan önce Mine Söğüt'ü düşünmeye iten sorulardan bir tanesi oldu (soruyu yanlış yazmamışımdır umarım). Ben de gecenin sonunda pişmiş kelle gibi sırıtarak elimde kitapla imza sırasına girerek renk kattım; ama sanırım sadece kendi suratıma. Bir noktada heyecanlanıp kitabı Burak'a verdim, "al abi sen imzalat" dedim ama kendisi son dakikada kitabı elime geri tutuşturup "hadi bakalım" dedi. Ben de "ehe" diyerek kitabımı kendisine uzattım, imzalatmak üzere. Sonrada kırmızı kulaklarla topuk (biraz fazla heyecanlanabiliyorum bazen)...


Gelelim imzalattığım kitaba. "Deli Kadın Hikayeleri" ni okuduktan sonra kitapevinde bir gün "Beş Sevim Apartmanı - Rüya Tabirli Cinperi Yalanları" kitabına bakınıyordum. O sırada yanımdan geçen bir genç "çok etkileyici, harika bir kitap. Bence okumalısın" diye tavsiyede bulunup yoluna devam etti, ben de aldım kitabı. Hikayemiz "Beş Sevim Apartmanı" nda açılıyor. 5 katlı Beş Sevim Apartmanı'nın her katında başka birisi yaşamaktadır. Dışarıdan bakan komşuların bilmediği şey, bu 5 garip insanın 5'i de delidir. Binanın bodrumunda yaşayan, kimsenin orada yaşadığını bilmediği psikolog doktor Samimi'nin hastalarıdır bu 5 insan. Cinler ve periler yüzünden delirmiş bu 5 kişiyi doktor Samimi belli bir amaç doğrultusunda binaya getirmiştir. Doktor Samimi'nin ve apartmanın öyküleri de dahil olmak üzere bir yandan tüm bu insanların öykülerini okurken bir yandan da doktor Samimi'nin günlüğü doğrultusunda onun yaptıklarını, amaçlarını izleriz. "Beş Sevim apartmanında garip bir şeyler oluyordu" diyerek başlayan kitap, apartman sakinlerinin (pek de sakin olmasalar da) hikayelerini anlatarak yavaş yavaş başladığı noktaya doğru ilerler. Bir yandan da bize aile içinde, çoğunlukla anne-babalarıyla yaşadıkları acılar, sorunlar, sıkıntılar yüzünden deliren, cinlerle perilerin dünyasına düşen insanların hikayelerini anlatır. Cinperilerin diyarında yaşayan tüm bu insanların hayal dünyalarının artlarında bir de gerçekte yaşadıkları vardır. Cinlerle perilerin onlara musallat olması boşuna değildir.

Yarattığı binbir türlü yaratıkla masalsı anlatımıyla, kurduğu karanlık dünyalarla, kendisinin de bahsettiği yazılarının müziğiyle, söyleşiye gelmiş birkaç öğretmenin uzun övgüler dizdiği başarılı betimleme gücüyle ("kitabı okurken o patlıcan yemeğinin tadını resmen damağımda hissettim" - hangi kitaptan bahsettiklerinden emin değilim) yakın takibe alınması gereken bir yazar Mine Söğüt. "Kırmızı Zaman" ve "Şahbaz'ın Harkulade Yılı 1979" söyleşide en çok bahsi geçen kitaplardı. Benim sıradaki hedefim bu iki kitap olacak. Kendisini hiç okumamış olanlar içinse zaten ilk kitabı olan "Beş Sevim Apartmanı" güzel bir başlangıç olacaktır.