Teknolojinin gelişmesiyle yalnızlaşan insan ve toplumun örneklerini ve uyarılarını sürekli görüyoruz çevrede. Sabah programlarında çıkan uzman bey babalara kadar düştü bu konu. Gazetelerde uyarılar, dijital medyada ilgili yazılar tonla var artık. Seneler önce, ne zamandı hatırlamıyorum, Devlet Tiyatroları'nın 'Tek Kişilik Şehir' adlı oyunu bir kafe ortamında bu konuya değiniyor, güzel bir sonla seyirciye ders veriyordu. Böyle bir sorunun ve farkındalığının olduğu şühpesiz.
Bir yandan da kişisel fikrim şöyle: teknolojinin gelişmesi roket hızında, ona laf yok; fakat yalnızlaşma ve mutsuzluğa götürecek kadar değil. Teknoloji hayatımızda domine bir pozisyona geçmiş olabilir, fakat ben şuna inanıyorum ki, teknoloji yapmak istediğimiz ve beklediğimi şeyleri sadece daha kolay hale getiren bir seviyede. Elden bırakmadığımız sürece ne yalnızlaşma olur, ne mutsuzluk.
Fakat, teknolojinin hayatın her adımında olduğu, içimize kadar işlemiş bir dünyada böyle bir insiyatifimizin olmayacağını görmek gökteki yıldızlar kadar açık. Neuromancer'ın da bize verdiği uzam tam olarak bu. 'Siberpunk' adlı terimi dünya ile tanıştıran William Gibson, elektronik, dijital, sanal ve elektromekanik alanların dünyayı hükmettiği bir ortamı hazırlıyor bizlere. Durum böyle olunca, mutsuzluk, esenliksizlik, bunalım ve yalnızlık en üst seviyeye erişiyor. Özet olarak yüksek teknoloji ve düşük hayat seviyeleri siberpunk aleminin ana mottosu.
William Gibson'ı atlamamak lazım burada, kendisi siberpunk janrasını yaratmakla beraber, reality TV, internet ve video oyunlarının gelişiminde fikir babalarından. Yazar olmasının yanısıra, son 40 yılda gelişen teknolojiyi 'novel' konumunda tutan en ünlü bilimsel düşünürlerinden kendisi. Bilimi ve bilimkurguyu iyi yaratması ve mükemmel üslubuyla Gibson çağ için çok önemli.
Neuromancer, yakın gelecekte Japonya'nın distopik şehri Chiba City'nin yeraltı mekanlarında başlıyor. Yetenekli bir bilgisayar hacker'ı ve madde bağımlısı olan Henry Case protagonistimiz. Yakın zamanda çalıştığı bir gruba kazık atan Case, grup tarafından yakalanarak mycotoxin ile aşılanır ve siberuzay'a girme yetisini kaybeder. Bütün yeteneğini kaybeden Case işi yapamaz hale geir, hayattan tamamen kopar ve kayıp bir insan şekline bürünür. Esrarengiz insan Armitage ve sibernetik modifikasyonları olan kişisel koruması 'Razorgirl' Molly ile Case'in yolları kesiştiğinde Armitage ona vücudundaki mycotoxin'leri geri alabileceğini; fakat karşılığında onun için bir iş yapması gerektiğini söyler. Case bu teklifi, şüpheyle de olsa kabul eder ve ana hikaye başlamış olur.
Chiba City - PHATandy |
Japonya, Rusya, Fransa, Amerika, Türkiye gibi oradan oraya atlayan hikaye yakın gelecekteki siberpunk olasılığını çok iyi bir şekilde kurguluyor ve deneycilik ile harika bir şekilde simule ediyor Gibson. Gri, mavi ve siyahın karıştığı, aklımızda aslında ufaktan canlanan Japonya uzamından, geleneksel görünümünü korumuş; fakat siberpunktan nasibini almış yağmurlu bir Beyoğlu gününe kadar her şey yerli yerinde ve ustaca uyumlu. Birbirinden tamamen farklı özelliklere sahip ana takım, kitabı bir macera havasında tutsa da, arkaplanda teknolojinin toplum üzerindeki izdüşümlerinden, yapay zekanın mantık ve duygu algoritma analizlerine, siberuzayın betimlemelerinden, vücuda yapılan elektromekanik eklentilerin (augmentation) insan psikolojisi üzerindeki etkilerine kadar birçok konuyu ince eleyip sık dokuyor. Kitabın temposu ara ara düşse de sürekli olarak bir şekilde bilimkurgu severleri peşinden sürüklemeyi başarıyor. Kitabın Türkçe çevirisinin başarısız olduğunu duyduktan sonra (Gerçi şimdi 6 45 yayınları tekrar çıkarmış, onun hakkında bir bilgim yok.) Murat sağolsun Almanya'dan bir İngilizce kopyasını istedim ve onu okudum. Türkçesinin bilmem; ama ağır anlatımıyla Gibson'ın arada bir beni darmadağın ettiğini söylemeliyim. Nerede olduğumu anlamıdığım noktalar, tekrar okumak zorunda kaldığım chapter'lar oldu.
Zamanı için, ki hatta şimdi için bile, süper yapay zeka, matrix'e girme, siberpunk gibi konularıyla, özetle içinde bulunduran her şeyiyle çok gelişkin bir kitap Neuromancer. En önemli bilimkurgu eserleri ödülleri olan, Nebula, P. K. Dick, Hugo'yu o zamanlar çok kolay alan bir kitap olduğunu da ekleyelim. Çevremizde gördüğümüz çoğu benzer kitap ve filmlerde Neuromancer'dan birşeyler bulmak çok kolay, Matrix'e girme mevzusu veya yazının başındaki resimdeki kızımız Molly, Matrix filmi ve filmdeki Trinity'nin yaratılmasında temel refereansların başını çekiyor.
Kitabı okuduktan sonra ilgisi devam edenler için Neuromancer'ın çizgiromanlarını okumalarını da tavsiye ediyorum. Son bölümü hariç çizgiromana dökülen hikaye, akılda yaratılan dünyayı karşılaştırmak için çok eğlenceli bir araç. Şahsen benim kafamda hayal ettiğim İstanbul'u çizmemişler, fakat gerisi aynen düşündüğüm gibiydi, bu da okurken beni çok eğlendirdi.
Bilimkurgu'nun Dünya'da, gerçekçilik çerçevesinde kısıtlandığı, aşırıya kaçmadığı sınıflarından hoşlanıyorsanız, Matrix, 13.Kat, Blade Runner gibi filmleri veya Deux Ex ya da System Shock gibi vidyo oyunları ilginizi çekiyorsa, bu konunun babasını okumanızda yarar var. Bu şekilde siberpunk'ın bomba gibi doğuşuna siz de tanık olabilirsiniz. Bilimkurguya ilgisi olmayanlar için ise bu kitabı okumak dünyadaki en azaplı süreçlerden biri olabilir.
Kitabın "Altın Yayınevi" tarafından "Matrix Avcısı" olarak yayınlanmış Türkçe çevrimi bence baya kötü - tabii belki kitabın asıl dili çok zorlayıcı ve ağır olduğundan çevirisi baya zor olmuştur, o yüzdendir, bilemiyorum. Fakat bir noktadan sonra ben baya kopmuştum hikayeden, sonlara doğru çoğu şeyi anlayamadım.
YanıtlaSilNeuromancer, William Gibson'ın "Sprawl Üçlemesi" nin ilk kitabı. Türkçe'ye "Kont Sıfır" adıyla çevrilmiş "Count Zero" ve Türkçe'ye "Mona Lisa" olarak çevrilmiş "Mona Lisa Overdrive" adlı 2 tane de devam kitabı var. Tabii Altın Yayınevi'nin ilk kitabın çevriminden hoşnut kalmayınca ben devamına hiç bakmamıştım. Belki asıl dilinde ya da yaparlarsa 6.45 çeviriminde diğer iki kitap da okumaya değer olabilir.
Peki hikayesi "Neuromancer" daki bir hikayeden esinlenerek yazılmış ve 1995 yılında çekilmiş "Johnny Mnemonic" isimli filmde Keanu Reeves'in Mr. Smith isimli bir karakteri canlandırdığını biliyor muydunuz? Ben bilmiyordum, filmi aşırı merak ediyorum şu anda.