30 Haziran 2012 Cumartesi

Do Androids Dream of Electric Sheep? - Philip K. Dick

Tarihin her anında robot kavramı çok çekici gelir insana. Bildiğimiz gibi 12. yüzyılda yaşayan harkulade bilim adamı El-Cezeri robotik bilimini başlattığından beri, insanlığın her döneminde robot düşüncesi teorik veya (artık bolca) uygulamalı olarak yer ediyor hayatta. 

Robot, android, yapay zeka kavramları elbette ki iyi bir zihin ve tutarlı bir öngörüş ile olabilecek en mükemmel haline geliyor. Bu hususlarda bilimkurgu eserlerinin etkileri apaçık. Philip K. Dick'in Do Androids Dream of Electric Sheep? eseri ise 1968 yılında yazılmasına karşın, bugün için bile zamanın çok ötesinde bir roman.

Zamanın en önemli bilimkurgu yazarlarından Philip K. Dick. Yine başka bir efsane olan Ursula Le Guin ile sınıf arkadaşı olan Dick, android psikolojisi, alternatif tarih kurgusu, paralel evrenler ve daha nice konu hakkında tarihe fikir olarak ciddi gelişmeler katmış. Teknolojiye ve gelişime o kadar çok katkısı var ki, Philedelphia Science Fiction Society 1983'ten beri her sene 'Philip K. Dick award' adlı bilimkurgu dalında ödüller veriyor. 

Daha önce sevgili E.D. sağolsun, Metis Bilimkurgu serisinin 'Yüksek Şatodaki Adam' adlı eseriyle tanımıştım Dick'i. Çevremdeki arkadaşlarım da Ridley Scott'un 'Blade Runner' adlı filmin gönlümde çok ayrı bir yeri olduğunu bildiğinden, Almanya yerlisi Efe son Türkiye ziyaretinde hediye olarak Do Androids Dream of Electric Sheep'in yukarıda görünen kapaklı bir kopyasını almış. Lezzetli heyecan ve tatlı bir mutlulukla (arada bir de İstanbul otobüs seferi ve bolca oturacak ve kitap okuyacak zaman olunca) bir çırpıda kitabı okudum. 

Şöyle başlasak en rahatı olabilir; 2021 yılında dünyanın hali perişandır. Dünya savaşı çoktan kopmuştur ve bu sefer tanklar toplar değil, yeni nesil ölüm mızrakları nükleer silahlar acımadan kullanılmıştır. Nükleer serpintinin getirdiği tehlike ile insanlar radyoaktif bölgelerden kaçmak için sürekli hareket halinde olmak zorundadırlar. Hayvanlar dünyadan neredeyse tamamen silinmiştir. Bir hayvana sahip olmak büyük bir prestij olduğundan, şirketler artık gerçeğinden ayırt edilemeyen, sentetik robot hayvanlar üretmektedirler. Serpintinin getirdiği bunalımla Dünya dışı koloni kurmaya başlayan insanoğlu, büyük ölçüde başka gezegenlere taşınır. Dış dünya kolonilerine taşınmanın getirdiği bir avantaj da taşınan insanlara hizmetkar bir android insan verilmesidir. 

Gerçek bir koyuna sahip protagonist Rick Deckard onu tetanozdan kaybettiğinden beri robot bir koyun besler. Karısı İran ile durgun; fakat mutlu bir yaşantı sürerler dünyada. Deckard aslında bir kafa avcısı (bounty hunter) işi yapar polis merkezinde; fakat yaptığı iş insanlarla değil androidlerledir. Dış dünya kolonilerinde bunalan, isyan eden ve kaçan droidler Dünya'ya sızarlar, Dünya'ya da android girişi yasak olduğundan onları 'emekli etmek' bu bounty hunterlara kalır. San Francisco'nun efsane avcısı Dave Holden Mars'tan altı android'in kaçtığı haberini alır; fakat görev üzerindeyken ağır yaralanınca iş Deckard'a kalır ve hikaye bu şekilde başlar. Sonra olaylar olaylar.

İnsanlardan bir farkı olmayan androidleri tespit edip yoketmek elbet riskli bir iş. Bunun için polisin geliştirdiği yöntemler mevcut. Biz bunların en son kullanılanını, yani Voight-Kampff testini görüyoruz. Konu burada aşırı bir şekilde ilginç ve eğlenceli bir hale bürünüyor. Sınırlı bir seviyede zekalarının ve empatik yeteneklerinin olduğu bilinen androidler, bir insan için çok kolay olan empati testinde fena şekilde zorlanıyorlar. Android olduğundan şüphelenen kişi göz altına alınıp VK testine sokuluyor ve test süresince yüz bölgesi yakından incelenirken, rastgele durumlardaki empatik tepkileri avcılar tarafından gözlemleniyor. Eğer testi alan kişi böyle durumlarda tepkide geç kalma ya da tamamen tepkisiz kalma, terlemememe, hormon salgılamama, kızarma, gözlerin açılıp kapanma garipliği gibi belirtiler gösterilirse, avcı karşıdaki kişinin android olduğuna karar veriyor ve emekli etme yetkisi de açılıyor. Tamamen anlatamadığımın farkındayım; çünkü çok alengirli VK testleri, okuması (ve izlemesi) da bir o kadar eğlenceli bir yandan.



Müthiş dengeli bir ölçüde yaratılan roman uzamı ve zamanı kitaptan hem çok şey almanızı, hem de bunları alırken hiç garipsememenizi bir şekilde başarıyor. Geleneksel düzenin cyberpunk ile öpüştüğü noktada Deckard'ın mental ve aksiyon içeren mücadelesi bir yandan kara filmi andırırken, bir yandan da harika seviyede bilimkurgu aşılıyor okuyucuya, ki bunun ismi aslında Neo-Noir. Temponun hiç düşmediği, gizemin ve merakın sürekli korunduğu hikaye son sayfasına kadar beni yerimden oynattı. Hayvana sahip olmanın getirdiği reputasyon, savaş sonrası bunalım süreci, dış dünya kolonileri, insan-android empatisi, android yapay zeka algoritması, yeni inanışlar gibi birçok konu hakkında aslında kitap satır aralarında sürekli pasif olarak analiz yapmakla beraber harika kurgulanmış bir hikaye ile bu olguları rahat bir üslupla okuyuca iletiyor. 



Kitabı sevenler ve ilgisini kaybetmeyenler için bir de aynı isimli bir çizgiroman serisi mevcut. Deckard'ın kitaptaki ve önceki maceralarını anlatan seriyi ben de daha okumadım ama bulduğum zaman acımayacağım. 

Şimdi geldim en güzel yere. Kitaplar ve filmlerden aynı anda bütünleşik olarak bahsettiğimde çok daha eğleniyorum. 1982 yılında Ridley Scott 'Ben bunu işi yaparım arkadaş.' düşüncesiyle kolları sıvamış ve kitaptan esinlenerek 'Blade Runner' aldı filmi çekmiş bizlere. Blade Runner kelimesi hakkında hemen çerez bilgi, aslında kitaptaki Bounty Hunter'ların ismi o. (ve benim daha çok hoşuma gidiyor açıkçası.) Harrison Ford'lu, Sean Young'lı, Edward James Olmos'lu film benim en sevdiğim sinema filmlerden bir tanesi. Harika insan Vangelis'in müzikleriyle beraber Ridley Scott'ın en iyi bilimkurgu filmi gözümde. (Alien'den bir kıl üstte bence.) Ölçülü senaryosu, harika soundtrack'i, güzel android performansları ve inanılmaz siberpunk havasıyla tekrar tekrar izlenir Blade Runner, ki hatta bu aralar tekrar bir Blade Runner gecesi yapılacak buralarda. 



Bilimkurgu sevenler, K. Dick ile tanışmayanlar ne yapsın ne etsin bu kitabı okusun, bir pazar akşamını da Blade Runner'a ayırsın diyorum. Son olarak benim için kritik bir Blade Runner sekansını, VG testinin Rachel adlı, E.D.'yi bıraksak evleneceği, güzel androidimiz üzerinde uygulanma sahnesini aşağıya ekliyorum. Böyle sahne yok lan. O ortam, o manzara, o güneşin batışı, o müzik, Rachel'ın baş döndüren güzelliği, o sigara içişi, o turuncu gözler, o sigarayı yakmaya çalışması, o yürüyüşü, VK aleti, odunsu Harrison Ford performansı, odanın tasarımı, görüntü yönetmenliği, hepsi birbirinden iyi.

Deckard Meets Rachel






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder