Asıl adı Herbert George Wells. Kendisi Jules Verne ile birlikte bilim kurgunun babası sayılıyor. Kendisi tarih, politika, savaş gibi pek çok konularda kurgusal olmayan bir sürü yapıt vermiş, yüzlerce makale yazmış... (http://en.wikipedia.org/wiki/H._G._Wells_bibliography) Tabii bizim kendisini tanımamızın ve bu yazıya konu olmasının nedeni başta da belirttiğim gibi bilim kurgunun babası olması.
Kendisini şimdiye kadar okumamış olan dostlara ismin aşina gelmesi için Türkçe'ye çevrilmiş (dolayısıyla en meşhur olan) birkaç kitabından bahsetmekte fayda var. Orson Welles tarafından radyoda okununca gerçek sanılarak Amerika'da yüzlerce insanın paniğe kapılmasına neden olan "Dünyalar Savaşı", yer altında yaşayan halk Morlockları bilim kurgu edebiyatına kazandırmış olan "Zaman Makinesi", onlarca uyarlamaya konu olmuş "Görünmez Adam" ve "Dr. Munreu'nun Adası" benim Türkiye'de kitapevlerinde görebildiğim kitapları (kitapevleri dediğim de en fazla Kızılay Dost ve İmge'den ibaret, kendimi bir an tüm Türkiye'yi gezmişim gibi hissettim). Her bir kitap ile ilgili, birbirine atıflarda bulunarak uzun uzun, farklı konularda yazmak, konuşmak mümkün. Bu yazının konusu ise yeni tanışılmış bir sahafta (Burak'a sevgiler) bulduğum "Kızıl Oda ve öteki öyküler" isimli bir toplama öykü kitabı.
Adından da anlaşılacağı üzere kitap "Kızıl Oda" ve öteki kısa öykülerden oluşuyor. Her biri 10-15 sayfa arası değişen 20 öykü var kitapta. H. G. Wells'in bilim kurgunun yanı sıra Steampunk'ın da yaratıcılarından biri olduğunu göz önünde bulundurunca öykülerin hemen hemen tamamının Viktoryen İngiltere'sinde geçmesi çok şaşırtıcı olmaz sanırım. İşi ilginç kılan kısım ise öykülerin tamamının bilim kurgu olmaması. Kimi öyküler var ki çok sıradan insanların, sıradan hayatlarından, sıradanın bir tık ötesinde bir kesitini anlatıyor. Mesela ayağını sakatlamış bir adam, camından dışarıda olanları izliyor, ya da iflasın eşiğindeki bir küçük esnaf, karısının zengin bir akrabasından para istemek için bir sürü iç çelişki yaşıyor. Bilim kurgu olmayan hikayelerin çok heyecan verici olduğu söylenemez. Fakat zaten en fazla 15 sayfa olduklarından yorucu, sıkıcı bir hal almıyorlar. Öte yandan karakterlere çok başarılı yaklaşımlar heyecan vermese de baya zevk veriyor. Mesela küçük esnafın, karısının (çok da hoşlanmadığı) zengin akrabaları ölüp de tüm varlıkları onlara kalınca üzülmeye çalışması ve kaç tane yazlık villa olduğu düşünceleri arasında gidip gelişi insanda "eheh" efekti oluşturuyor (pöf, ne işkence bir cümle oldu).
Tabii kitabın bir de çoğunlukta olan kurgusal öyküleri var. Kurgusal öyküler çoğunlukla baya iyiler; bir iki tanesi de -bence- bütünün içinde sıkmadan geçip gidiyor. Öykülerde günümüzün iyi tanınmış yazarlarından bazılarının bazı hikayelerinin temellerini bulmak mümkün. Mesela ben Stephen King'in 1408'i, Kızıl Oda'nın detaylandırılmış bir biçimi (Ya da Kızıl Oda'ya ne demeli? -Red Room. bknz. Shining). Kitabın en uzun öyküsü olan "Körler Ülkesi" bence kitaptaki en başarılı bilim kurgusal sosyolojik hikaye. Bir deprem sonucu dünyanın geriye kalanından kopan bir köy; köydeki herkes bir salgın sonucu kör oluyor ve yeni doğan çocuklar kör olarak doğuyorlar. Bir süre sonra ise görmek kavramı bu köyün insanları için tamamen yok oluyor. 15 kuşak sonra ise kazara bir insan düşüyor bu köye. Gören adamın körler ülkesindeki maceraları, körler ülkesindeki sosyal yapı falan... Baya etkileyici bir hikaye çıkarmış ortaya.
Son celsede bulunabilinen tüm kitapları okunması gereken bir yazar H. G. Wells; en azından söz konusu bilim kurgu olunca. Arthur C. Clarke bile Wells hayranıymış, H. G. Wells Society'nin zamanında ikinci başkanıymış.
Dönyalar savaşı ve Zaman Makinası zevkle okuduğum romanlar. Wells o zamanlar thriller yapmasını bilmiş bi adam. Kırmızı odanın merakı içerisindeyim, arayayım, bulamazsam seninkini alayım artık sen dönünce.
YanıtlaSil