tag:blogger.com,1999:blog-56356925880980741732024-03-19T10:41:45.834+03:00Pagan ÇeşmesiKısaca şöyle,Burakhttp://www.blogger.com/profile/09116414129632842648noreply@blogger.comBlogger139125tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-4410550854112048822022-03-13T16:55:00.001+03:002022-03-13T16:55:29.707+03:00Ateş<p style="text-align: justify;"> Kötü bir havaydı. Yıpranmış bir haldeydim, ufak bir ateş yakmanın iyi geleceğini düşündüm. İlk ateşi tutuşturmak için gerekenler zaten vardı, hafif harlamak yeterli gelir gibi gözüküyordu. Ateşi yakmak gerekli gibiydi, ben ihtiyacım olduğuna inanmıştım. Dedim ya, hava berbattı, ateş gerekiyordu. Ateş çok şey için en net çözüm gibidir; ısıtır, yeterince aydınlatır, istenmeyen haşaratları uzak tutar. Gerekirse silah olarak kullanılabileceğini bile söyleyenler var. Hepsinin de ötesinde bir bağımlılık. Ateşi yakarsın, harlarsın, sonra da karşısına geçer, hipnotize olur, izlersin. Sen istemesen de beyninin anahtarını eline alır. Önce kafanın tamamen boşaldığını sanırsın. Zihninin kontrolünü kaybedersin; senin istediklerin değil, ateşin gösterdikleri kafanın içini doldurur. Aklın, düşüncelerinin akışı senin kontrolünden çıkar. Alevlerin dansı, bir daldan diğerine zıplaması, önce bir odunu, sonra diğerini eritip yok etmesi, rüzgarla bir coşup bir sönmesi, sürekli yön değiştirmesi, kontrol edemediğin şekilde seni ele geçirir. Odunlar küle döndükten, ateş hafifledikten sonra ancak kendine gelirsin. Saatlerdir sadece izlediğinin farkına varırsın.<span></span></p><a name='more'></a><p></p><p style="text-align: justify;">Bir miktar odun toplamıştım öncesinde zaten, ama benim topladıklarımın yanında etrafta hazırda da bolcası vardı. Ateşi başlatacak ilk odunları seçtim; en ince ve uzun olanları bir Kızılderili çadırı gibi dizdim. Çadırın kapısına denk gelecek şekilde boşluk bana bakıyordu, o boşluktan içeri kolay tutuşacak yaprak, kabuk, kavı doldurdum. İlk kıvılcımı da bu kapıdan sokacaktım çadıra. Kav alev alacak, etrafındaki ince dalları, ince dallar da bir üst katmandaki nispeten kalın dalları tutuşturacaktı. Alevler oluştukça ve büyüdükçe daha kalın, daha kalın... Derken benim desteğime ihtiyaç duymayan, kendi kendine yetebilen bir ateş ortaya çıkar. Odun yığını yanımdadır, zaman zaman ateş zayıflamasın diye, zaman zaman sırf keyfine birkaç dal atarım ateşe.</p><p style="text-align: justify;">Ancak o sefer hava kötüydü. Keyifli bir ateşten bir miktar daha güçlü bir ateşe ihtiyacım vardı; kurumak, ısınmak istiyordum. Ateşi büyütmek istiyordum; elimin altındaki odunları ne kadar beslesem de yeterli olmuyordu. Yorgunca kalkıp ulaşabildiğim kalınca bir kütüğü kaldırıp ateşe attım. Ateşin kalınca bir kütüğü tutuşturmak için yeterli harda olduğunu, beni yormadan alev alacağını düşünmüştüm. Ateşe kendi toplamadığınız bir odun atmak risktir. Kütük bir böcek yuvası olabilir, siz ateşe atınca bir sürü böceğin deliklerden acıyla kaçışarak ateşe koşuşlarını, dehşet içinde izleyebilirsiniz. Ya da kütük sandığınız şey plastik bir çöp çıkar ve ortalığı bir anda berbat bir koku sarabilir. Benim sıkıntım başka türlüydü; bir su birikintisi nedeniyle ıslak ve yosunlarla kaplı kütük, ateşe atınca ortalığı dumana boğdu. Rüzgar nedeniyle duman bana yönlenince nefes alamaz, önümü göremez oldum. Nereye kaçtığımı göremeden, öksürük kriziyle kendimi zar zor bir kenara attım. Önce nefesimi toparlamaya, yeniden temiz havanın ne olduğunu hatırlamaya çalıştım. Gözlerimdeki yaşları temizledikten, nerede olduğumu tekrar görmeye başladıktan sonra yeniden düşünebilmeyi başardım.</p><p style="text-align: justify;">Hava bozuktu. Ben topladığım odunları gündüz gözüyle, nispeten kuru bir bölgeden getirip yığmıştım. Oysa ki ateşi yaktığım bölgede etrafta bulunan odunlar bol miktarda su çekmişlerdi. Onları ateşte kullanabilmek için önce kurutmam gerekiyordu. Ateşin biraz ötesine yere iki sağlam odunu sapladım. Kalınca, nemli odunları ateşi görecek şekilde bu iki desteğe yaslayarak üst üste dizdim ve kurumaya bıraktım. Aynı kurutma tesisinden bir tane sağa, bir tane de sola kurdum. Ben ve kurumakta olan 3 odun yığını ateşin etrafını 4 bir yandan sardık. Topladığım kuru odunlar bitene kadar ıslak odunlar da kurur ve kullanıma hazır hale gelirdi. Her şey kontrolüm altındaydı. Odun tesisleri rüzgarı da bir miktar kestikleri için ateşin dumanı da artık rahatsız etmiyordu. </p><p style="text-align: justify;">Keyfim yavaş yavaş yerine geldi. Zihnimin kontrolünü yavaş yavaş bıraktım, kendimi ateşe kaptırdım. Ne düşündüğümün de, ne yaptığımın da farkında değildim. Hava kötüydü, yıldızlar gözükmüyordu. Ateşten başka izleyebileceğim bir şey, ateşten başka duyabileceğim, düşünebileceğim, ateşten başka hiçbir şey yoktu. Yavaş yavaş tüm benliğim, tüm varlığım ateşe teslim oldu. Odunlar ateşte yanıyor, ben ateş oluyordum. Ateşi besledikçe heyecanım arttı, keyiflendikçe ateşi büyüttüm. Topladığım odunları art arda ateşe atmaya, ateşi büyüttükçe büyütmeye başladım. Rüzgar ateşi savurdukça, harladıkça içim içime sığmaz oldu. Hipnotize olmuş, ateşin kalbine kilitlenip kalmıştım. Bu kadar bağlanmamış olsam kurumaya bıraktığım odunların yeterince kuruduklarını ve kavrulmaya başladıklarını fark edebilirdim. Belki fark etsem onları da ateşin içine atar, daha da coşardım. Bana kalmadan, rüzgarın coşturmasıyla bir anda önce bir odun yığını, sonra diğeri alev aldı. Ben ne olduğunu anlamadan alevler bir sağa, bir sola yayılmaya başladı. Kurunun yanında yaş odun da yanmaya başladı, kelimenin tam anlamıyla.</p><p style="text-align: justify;">Kötü bir hava vardı. Biraz ateşe ihtiyacım vardı. Sadece biraz ateşe ihtiyacım vardı. Biraz ateşe ihtiyacım var sanmıştım. Biraz ateşle toparlarım, geceyi rahat geçiririm sanmıştım. Biraz ateş yeterli olurdu. Biraz ateş hiçbir zaman yeterli olmaz. Biraz ateş yoktur. Ateş vardır.</p>M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-2493912037279514222020-05-30T14:52:00.000+03:002020-05-30T14:52:01.911+03:00Öteki<div style="text-align: justify;">
Değerli bir mesai arkadaşım, geçtiğimiz günlerde Özdemir Asaf'ın bir şiirini alıntıladı. Şiirin adı "Dün Sabaha Karşı".</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"Dün sabaha karşı, kendimle konuştum. </div>
<div style="text-align: justify;">
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum. </div>
<div style="text-align: justify;">
Yokuşun başında bir düşman vardı, </div>
<div style="text-align: justify;">
Onu vurmaya gittim, kendimle vuruştum..." </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
demiş büyük şairimiz. Konuştuğumuz konuyu çok güzel yansıtan, bizim birbirimize uzun cümlelerle anlatmaya çalıştıklarımızı kısa ve net bir şekilde özetleyen bir şiir olunca beni çok etkiledi, doğrudan aklıma kazındı. Konumuz Dostoyevski'nin "Öteki" isimli kitabıydı. Dokuzuncu dereceden devlet memuru Golyadkin, sıkıntılı bir akşamın ertesi sabahı kendisine birebir benzeyen ve aynı isimde biriyle karşılaşır. Öteki, Golyadkin'in zayıf olduğu pek çok alanda daha güçlüdür ve yavaş yavaş Golyadkin'e üstünlük kurarak yerini almaya başlar. Golyadkin bir yandan güçlü durarak ötekinin kendiliğinden toplumdan dışlanacağını düşünmektedir. Nasıl olsa öteki, Golyadkin kadar soylu, dürüst, onurlu, değerli değildir. Kimse onun yalanlarına, adiliklerine inanmayacaktır ve öteki Golyadkin'i alt edemeyecektir. Ancak Golyadkin korkak, içten pazarlıklı, kıskanç, düzenbaz, sinsi, kendini beğenmiş ve omurgasızdır. Öteki ise yetenekli, zeki, insan ilişkileri güçlü, dikkat çekici, kurnazdır (Golyadkin'in olmadığı her şey). Dolayısıyla Golyadkin tersine inansa da biz ötekinin Golyadkin'e üstün geleceğini en başından itibaren içten içe hissederiz. Ve tabi ki Dövüş Klubü'nü, Gizli Pencere'yi ve daha nicelerini okumuş ve izlemiş günümüz seyircisi, öteki devlet dairesinde Golyadkin'in karşı masasına ilk oturduğu anda ötekinin gerçek olmadığını, Golyadkin'in bilinç altının bir oyunu olduğunu biliriz. "Doppelganger" hikayeleri, eskiden olduğu kadar sıra dışı değil artık.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://encrypted-tbn0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcSUDcrNusA6QvH85RQsAkxNaMqNg3JBvLwa9b9Gp1VbhWThXNMZ&s" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="225" data-original-width="225" src="https://encrypted-tbn0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcSUDcrNusA6QvH85RQsAkxNaMqNg3JBvLwa9b9Gp1VbhWThXNMZ&s" /></a>"Doppelganger" Almanca bir terim. Çift gezen kelimelerinin Almanca karşılıklarının birleşmesiyle oluşmuş. Mısır mitolojisinden Nors mitolojisine, pek çok yerde görülen bir kavram. Bir insanın biyolojik olarak bağı olmayan birebir ikiziyle karşılaşmasına karşılık geliyor. Eski inanışlarda kötü şansın, uğursuzluğun, hatta yer yer ölümün bir göstergesi olarak kullanılmış. İngilizce'de "evil twin" yani şeytani ikiz olarak da kullanılıyor. 19. yüzyılda özellikle edebiyatta çokça kullanılan kavramlardan biri olmuş. Percy Shelly, Lord Byron gibi çeşitli büyük yazarların Doppelganger hikayeleri olmuş. Bunlardan en ünlülerinden birisi ise Amerikan Gotik edebiyatının en önemli isimlerinden Edgar Allan Poe'nun William Wilson isimli hikayesi. Bu hikaye Dostoveyski'nin "Öteki" kitabı açısından da önemli. Çünkü "Öteki" den 10 yıl kadar önce yazılmış, ve Dostoyevski'nin Poe'nun edebiyatını öven makaleleri olduğu düşünülürse, Dostoyevski'nin ikinci kitabının fikir aşamasında etkili olmuş olabileceğini düşündürüyor. Ancak kesin olan, psikanalizin bulunmasından çok önce Dostoyevski'nin çok güçlü bir psikolojik çözümleme yaptığı. Freud'un bile bu hikaye üzerine çeşitli makaleleri bulunuyormuş. Bir yandan psikolojide paranoid şizofreni, alter-ego, çoklu kişilik bozukluğu kavramlarına, diğer yandan felsefede benlik sorunsalı, kimlik gibi kavramlara öncülük eden bir hikaye.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kavram çeşitli mecralarda tekrar tekrar değerlendirilmeye ve karşılık bulmaya devam etmiş ve ediyor. "Kopyalanmış Adam" Nobel ödüllü yazar Jose Saramago'nun benzer bir hikayesi. İşin ilginç yanı, hem "Öteki" nin hem "Kopyalanmış Adam" ın yakın zamanlarda sinema uyarlamaları oldu. "Öteki" Amerikalı bir yönetmen tarafından "The Double" ismiyle çevrilirken "Kopyalanmış Adam" Kanadalı bir yönetmen tarafından "The Enemy" ismiyle vizyona girdi. Aynı dönemlerde Türkiye'de de Tayfun Pirselimoğlu'nun başrolünü Ercan Kesal'in oynadığı "Ben O Değilim" filmi sinemaya geldi. "Ben O Değilim" de yavaş yavaş başkasının kimliğine bürünen bir karakteri izliyoruz. Yani madalyonun diğer yüzü; kimliğini yavaş yavaş ötekine kaptıran Golyadkin'i değil, Golyadkin'in kimliğine yavaş yavaş bürünen ötekinin hikayesi. Bu konuda hicivli bir bilimkurgu öyküsü de Ray Bradbury tarafından yazılmış. Ev hayatı dışına çıkabilmek için yokluğunda kendisinin yerini alması için bir robot satın alan adamın öyküsü; ancak robot kendisinin boşluğunu doldurmak yerine yavaş yavaş yerini de almaya başlıyor. Şeytani ikiz öyküleri Guy de Mauppasant'tan Clive Barker'a, Stephen King'e, Paul Auster'e kadar uzanmaya devam ediyor. Her ne kadar birebir ikiz ya da kendisinden başka bir kişi sınıflarına uymasa da Dr. Jekyll & Mr. Hyde, Dövüş Klubü, Yerdeniz Öyküleri diye uzayıp giden akraba öyküler de var. Bu öykülerin çoğunluğunda iyi ve kötü, güçlü ve zayıf, ışık ve gölge, Yin Yang gibi iç içe, birbirinden ayrı değil birbirinin tamamlayıcısı unsurlar. Öte yandan konuyu kimlik bunalımı, alt kimlik vb. kavramlar açısından ele almayanlar da mevcut. Mesela Kieslowski'nin "Veronika'nın İkili Yaşamı", ya da bir uzay istasyonu gerilimi "The Moon" gibi. Yakın zaman komedi dizilerinden "How I Met Your Mother" da bile doğrudan "Doppelganger" olarak adlandırılan karakterler gördük. Daha gerçekçi bir pencereden bakmak isteyenler içinse çeşitli internet siteleri mevcut. Fotoğrafınızı yüklediğiniz zaman dünyada Doppelganger'iniz olan kişiyi bulup size getiriyor.</div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-68654488333915380402019-06-21T23:16:00.002+03:002019-06-21T23:16:39.408+03:00Yine en zoru bu<div style="text-align: justify;">
En zor kısmı her zaman başlamak. İlk cümle gelince, ilk sayfa bitince, ilk ses çıkınca devamının gelmesi her zaman daha olası oluyor. En kötü ilkinin etrafında dolanıyorsun ve o seni bir yerlere götürüyor. Nereye varmak istediğin önemli değil, bir yere varıyorsun illa ki. İlk adımı attıktan sonra başarısız olmak da önemli değil. Yanlış yaptın ve altüst oldu. Ne olacak ki? Yapabileceğin yanlışlardan biri daha azaldı işte. Artık nasıl başlanacağını ve yapmaman gerekenlerden birini biliyorsun. Bir başlayabilsen.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Karar vermek en zor kısmı. Yüzlerce seçenek, binlerce olasılık. Doğrular belki sadece kendi küçük iç dünyanda. Belki kafanda kurduğun, evire çevire geliştirdiğin, çok önemli sandığın her şey ufak bir yanlışa dayanıyor. O yanlış fark edildiği anda hepsi sabun köpüğü gibi uçuşup yok olacak. Ve sen o yanlışı ne zaman fark edeceksin? Her şey bittikten, çok geç olduktan sonra mı? Ya verdiğin ufak bir yanlış karar, domino etkisi gibi daha önceki tüm doğru kararları devirirse? Ya da yanlış olmadığı için doğru olduğunu sandığın etkisiz elemanı seçersen? Kendin için seçmezsen kaybedersin, kendin için seçersen bencil hissedersin. Karar vermezsem nasıl başlayacağım? Başlamak çok zor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Devamlılık tam bir kabus. Sonunu görebilsen yine iyi, bir şekilde bitirebilirsin. Ama bir de sonunu göremiyorsan nasıl devam edeceksin? Küçük kazançlardan feragat ederek büyük sona giderken her seferinde büyük sonun küçük bir kısmını kaybediyorsun. Diyelim ki doğru kararı verdim ve doğru başladım. İkinci karar ile ikinci adımın doğru olduğu ne malum? Enfes bir sütlaç yaparken şeker yerine fark etmeyip tuz koymak gibi. Ve çorbalar içilip yemek yendikten sonra tatlı sofraya gelip misafirlere ikram edilene kadar da haberin olmayacak. Devam edebilmek için itici gücü bulmak, sürekli canlı tutmak çok zor. Başlamasına başladın, başlamakta ne var devamını getiremedikten sonra.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Örnek tatlıyı seçerken bile sildim sildim, başa aldım. Sütlaçtan örnek mi olurmuş, örnek dediğin sufleyle olur da hayatımda kaç kere sufle yaptım ki sufleden örnek vereyim diyeceğim de hayatımda sütlaç yapmışlığım da yokken sütlaçmış, kekmiş, katmermiş, çizkek yapmayı denedim aslında, 3 denemeden 2'si fena da olmadı ama bol fındıklı Hamsiköy sütlacı düşlemek dururken bol peynirli olacaksa bari labneli çizkek değil, kaşarlı künefe olsun. Ama künefeye zaten tuz konmuyor mu bir tutam? Künefe de hiç yapmadım ki.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bitirdiğinden emin olmak çok zor. Zirveden önceki son tepecikte sonlandırmamak hüner işi. Muhteşem bitirişi yapamadıktan sonra ha başlamamışsın, ha çöp adamla dünya barışı çizmişsin. Son dokunuş ne zaman façayı kurtaran dokunuş oluyor, ne zaman gülünen esprinin çevrilip, ısıtılıp tekrar sofraya sunulmasına dönüşüyor? Temel'le Dursun yüzerek Amerika'ya gitmeye karar vermişler. Yüzmüşler, yüzmüşler. Özgürlük Heykeli'ne varmışlar, Temel demiş ki "Dursun çok yoruldum, daha ileri gidemeyeceğim, ben geri dönüyorum". Hele bir de seçiminin yanlış olduğunu görmüşsen, yanlış yolda yürümüşsen? Ya Özgürlük Heykeli'ne değil, devasa İsa Heykeli'ne varsalardı ne olacaktı? Varsan mı dert, varmasan mı? (Bu noktada içinizden "yoksa hiç..." şeklinde devamını getirebilisiniz) Bitirdikten sonrası daha da kötü; yine yeniden yeni bir başlangıç yapmak gerekecek. Tercihim yanlışsa doğrusunu aramak, doğruysa daha doğrusunu. Hatta zaman kaybetmemek için daha bitirmeden başlamak için karar vermek lazım. Yine en zoru bu.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"Bu dünyada yerinde kalmak için koşman gerekir. Bir yere gitmek için iki katı hızla koşmalısın." (Alice Harikalar Diyarında)</div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-45073184474415783972018-01-02T22:30:00.002+03:002018-01-02T22:30:13.948+03:00Devletin Manevi Şahsiyeti - Mümtaz Mehmet Tütüncü<div style="text-align: justify;">
"Türkiye'den neden bilimkurgu çıkmıyor?"</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Aslında çıkıyor. Sadece çıkanın reklamı çok/yeterince yapılmıyor. Belki bir de az sayıda çıkıyor. Tabi Philip K. Dick, Ray Bradbury gibi yazarların yeşerdiği, düzenli bilimkurgu öyküleri yayınlayan aylık dergiler yok, çıkanlar tutmadan kapanıyor (Yabani dergi, Rodeo Strip, vb. dergilerde bilimkurgu öyküleri yayınlanıyordu ama dergilerin hiçbiri yayın hayatını yıllarca sürdüremedi). Hal böyleyken yerli bilimkurgu(vari) yazarlara denk gelmek için biraz şanslı olmak gerekebiliyor. Ben şanslıydım ve bir gün kitaplarla ilgili bir yazıyı okurken "Küheyli Buharlan" a denk geldim. Kitabı çok beğeneceğim ön yargısıyla okudum, ön yargılarımdan bağımsız bir şekilde kitabı çok beğendim ve Mümtaz Mehmet Tütüncü'nün tüm kitaplarını almaya karar verdim (öncesinde de burada kitapla ilgili birkaç yorum yazar gibi yapmıştım). Tabi çok uzağa gidemedim, çünkü yazarın "Küheyli Buharlan" haricinde tek kitabı "Devletin Manevi Şahsiyeti" (DMŞ) idi (hala da öyle).</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i.idefix.com/cache/600x600-0/originals/0000000580279-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="396" height="400" src="https://i.idefix.com/cache/600x600-0/originals/0000000580279-1.jpg" width="263" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
DMŞ, 4 adet öyküden oluşan bir kitap. Öykülerden ilki, bir çeşit siyasi taşlama tadında DMŞ isimli öykü. "Dil Dil Dediğimiz Dile Gelseydi Eğer" isimli radyo programında, gelen bir soru üzerine DMŞ kavramı irdeleniyor. Birey ile devlet arasında kurulan paralelliklerle bir devletin psikolojisi irdeleniyor. Enfes bir bilimkurgu öyküsü olan ikinci öykü de ise zamanda yolculuk konusunda deneyler yapan bilim adamının günlükleri söz konusu. Yukarıda yazdıklarımı bana yazdıran, "nasıl yerli bilimkurgu çıkmıyor, bal gibi de çıkıyor işte" diye düşündürten bu öykü oldu. Üçüncü öykü yine radyo programında bu sefer "optimal ömür uzunluğu" kavramının ne olduğu irdeleniyor. Bu seferki öykü bilimkurgu değil, daha çok bilim parodisi tadında, iki mafya ailesi arasındaki kapışmayı anlatıyor. Son öykü ise kitabın kalanından tamamen bağımsız (hatta kopuk denebilir), bir kabadayının kahvehaneye çırak girmesinden başlayarak yüksele yüksele mahallenin kontrolünü ele geçirmesini anlatan, bir nevi dürüst, adaletli, çalışkan Scarface hikayesi. Bir yandan da ufak bir devlet yapılanması simülasyonu, adalet kurumlarının, kolluk güçlerinin, vergi memurlarının, vb. hangi ihtiyaçlara cevaben kurulduklarını, ne tür düzenlemelere ihtiyaç duyduklarını, ne tür işlevlere sahip olduklarını basit bir şekilde anlatıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Keyifle okunan ortadaki iki öyküsü, okurken sıkmayan ama diğer ikisinden bir tık daha az akılda kalan iki öyküsü ile DMŞ toplamda oldukça güzel bir kitap. Mümtaz Mehmet Tütüncü'nün kitaplarının devamının gelmesi şimdilik en büyük temennilerimizden.</div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-36346967208848083662017-07-21T22:43:00.000+03:002017-07-21T22:43:37.371+03:00Şarkılarla Ankara Sokakları<div style="text-align: justify;">
Bugün Ankara sokaklarında kendimce ufak bir tura çıktım. Neden? Özel bir neden yok. Çünkü yapabiliyordum. Çünkü günlük işlerim bunu gerektiriyordu. Uykusuzdum, uzun zamandır yapmadığım bir şeydi. Hava biraz kapalıydı. Ben dolmuştan indiğimde gök gürlemeye başlamıştı bile. Yağmur yağacağı hava durumunda dünden yazıyordu zaten. Yağmur yağması için en güzel zaman yürüyüş yapacağınız zamandır. Ya da dolmuş beklerken. Milli kütüphanede ODTÜ dolmuşu beklerdim eskiden, okula gitmek için, sabahın 8'inde. Biraz ileride Hacettepe servisi bekleyenler olurdu, kiminki daha önce gelecek diye kendimce kafamın içinde bir yarışa girerdim. Genelde Hacettepeliler kazanırdı. 2 tane Hacettepe servisi gelir, dolar, giderdi. O arada bir tane ODTÜ dolmuşu geçerdi. O da ağzına kadar dolmuş, en soldan bastırmış, gidiyor. Kaldırım kenarına yanaşmıyor bile. Hava yağmurluysa arabalar kaldırıma özellikle yakın geçerler. Gökyüzünden gelen yağmurun yeterli olmayabileceğini düşünüp bir de yeryüzünden yağmur gelmesini sağlamak hevesiyle. Hemen yanınızdan geçip saçlarınızdan çamur damlamasına neden olan kadın, 2 adım ötede, Kültür Bakanlığı'nın otoparkına girer. Sanki yeni nesil jölenizin sorumlusu kendisi değilmiş gibi yanınızdan geçerek Kültür Bakanlığı'na girer. Dolmuş gelmemeye devam eder. 10 dakika geç kaldığında derse almayan hocanın dersi için 15 dakika dolmuş beklemek bir ömür gibidir. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İki gün önce şans eseri bir yerde insanın içine işleyen bir şarkıya denk geldim. Voo Voo - Gdybym. Bahçeli metrosunun ilerisinde, Yunus Emre parkının karşısında yeni açılmış bir kafe, adı ...Tiramisu idi. Şarkının kendisi çok güzel, sonlara doğru Azerice kısım ise insanı ayrı bir etkiliyor. Zaten melankoliye yakın/yatkın bir insanım. Çünkü eski günleri özlüyorum. Eskiden de eski günleri özlerdim. Sanırım seneye de bu günleri özlüyor olacağım. Çünkü hepinizi çok seviyorum ve sizinle geçirdiğimiz o günler hep çok güzeldi. Bu günler de çok güzel, ama geçmiş de çok güzel ve bu melankoli. "Ne bir dost, ne bir sevgili. Dünya'dan uzak bir deli." Voo Voo - Gdybym ihtiyacım olanı verdi bana. Sonra da Yunus Emre parkına gidip hanımeli kokusu altında dolandık, o eskimeyen eski dostlardan biriyle. Ankara en güzel melankoli duygusuyla gezilir. Bir de Ankara'yı hissettiren, içinde Ankara geçen şarkılarla. Ankara şarkıları. Onlar da melankolidir zaten. Mesela "Ankara'dan abim geldi". Tam bir Ankara şarkısı. "İçimi kemirir durur çok zaman. Olur olmaz bir yerden, olur olmaz sorular". Tabi şarkı aslında "Ankara'dan abim geldi, evde bir bayram havası" diyor. Yani aslında şarkı Ankara haricindeki her yerin şarkısı. Çorum da olabilir, Denizli de, Artvin de. Ama Ankara'da geçiyor olamaz çünkü abim Ankara'dan geliyor. Ama bence tam bir Ankara şarkısı. "Açılır zaman zaman bir kapı, olur olmaz bir yerden, olur olmaz bir yere". Yağmur ufaktan atıştırmaya başladı. Şırıl şırıl yağar şekilde değil, büyük sağanağın geleceğini haber veren tıpırtılar şeklinde. Mesela 15 dakika yürüyüşte, telefona gelen bir mesajı okurken ancak 2 adet yağmur damlası düşüyor ekranın üzerine. Ama bastıracak, kesin, ve ben yolda olduğum için ıslanacağım. Çünkü yağmur yağdığı için hedefimden sapmam, yağmur geçene kadar bir yerlere sığınıp beklemem. Gideceğim yere gidene kadar devam ederim, kafama ne koyduysam o. Yağmuru severim hem. "Yağmur dönerken kara, yavaşça süzülen yola. Araba dolusu bir tuhaf seven, şarkılar çalan söyleyen" Kuğulu parktan giriş yapıyorum Tunalı'ya. Hava güzel, güneşli olsa al bir paket çekirdek, banklardan birine otur yarım saatliğine. Devri-Alem'i es geçiyorum bu seferlik. Zaten yeni aldıklarım dağ olmuş, yığılmışlar. Hedefimde Kızılay var, elimden geldiğince vakit kaybetmemeye çalışıyorum. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bestekar yeni hüzünlerle dolu. Lins kapanmış, kapıdaki ağaçları/çalıları budamışlar. Bir gün gelip de Natura'nın kapandığını gördüğümüz zamanları hatırlıyorum. Natura'daki ilk buluşmalar hatırlanmış, hayıflanılmıştı. Şimdi o hayıflanmaları özlüyorum çünkü bugünlük tek başımayım. Lins'in kapanmasına tek başıma hayıflanıyorum. Biraz da mazoşist melankoli, yoksa yarın bu yollarda dostlarla geçerken daha hüzünsüz bir hayıflanma ile "Lins de kapanmış ya" diyeceğiz. Bestekar'ın sonundan, o ince aradan Akay'a geçiyorum. Bir zamanlar mühendisler odasının binası mıydı burası? Bir ara sanki Demokrat Parti'nin atı mı vardı girişte? Bina ne olursa olsun, o ara geçit hep bir gereksiz kestirme olarak oradaydı. Bir zaman duvarında grafitiler, ilanı aşklar, uzunca bir süre Transmetropolitan'ın gözlüğü, sık sık şiir sokakta şiirleri. Şimdilerde en net göze çarpan ise Avareler çalışması "bol kaşarlı - apolitik - dokunmatik bu çağın türküsüdür". Akay'dan Konur'a geçiyoruz. Yani ben geçiyorum. Sigara içen, kafa tokuşturan liseli gençler var etrafta. Her yer sarı lacivert, çünkü o sene bu sene. Etrafta IF konser takvimleri. IF'in Ankaralılar için bir ceza olduğunu düşünmüşümdür hep. Yıllarca en dinlemek istediğim gruplar hep IF'e geldiler. Küçücük, basık bir mekan, biraz arkalarda kaldın mı sahneyi görmene imkan yok. Hele ki Yasemin Mori, Elif Çağlar gibi minyonlardan biri geldiyse. Üstüne bir de "damsız almıyoruz" dedikleri günleri bile gördük. Ulan rock konserine gelmişim, ne damı? Sen içeride kim çalıyor biliyor musun? Bilmezsin tabi, Metropolis'i kim bilir ki zaten. Ankara'nın 2000lerde rakçı olan gençleri belki bilirler. Çünkü Metropolis de Ankaralı eski rakçılardan. Tüm Ankaralı rakçılar gibi kesin o Tunus - Kennedy köşesindeki terkedilmiş evde klip çekmişlerdir. Hatta hatırlıyor gibiydim öyle bir klip, açtım baktım. Karabasan şarkılarının klibi oradaymış. En güzel şarkılarından da biri. Şu hani Avareler'in "Ben sana blues dinleme demiyorum..." serisinden Ruhi Su'yu astıkları ev. IF'in en kötü özelliği ise konserlerin perşembe akşamı olması. Çünkü Ankaralılar müzik dinlemesinler, neden cuma-cumartesi akşamına konser koyalım ki? </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Melankoli, Olgunlar'ı geçtikten sonra bir kere daha geliyor, vuruyor. Hey gidi Megapol sineması, kapandın kapanalı kapalısın. Metropol hala çalışıyor, Ankapol Jolly Joker oldu, Megapol herhalde 10 yıldır falan kapalı. Acaba Kızılırmak ne alemdedir? Kapanır mı o da bir gün? Meşrutiyet'i geçiyorum ve Kızılay'ın üçüncü boyuta geçtiği yerler başlıyor benim için. Artık tüm binalar sadece sokak boyunca değil, yukarı doğru da kafeler, barlar, hatıralar. Kalitesinden yıllarca hiçbir şey kaybetmeyen ve kazanmayan Kitapça, herhalde Konur'daki 15. yılını devirmiş olsa gerek. Karşıda yukarıda Lazut kafe. Hep "bir gün gideceğim" deyip hiç gitmediğim yer. Üstünde Roxanne. Sokağın sonuna doğru İnsan Hakları Heykeli. Polis ablukasına alınmış, çitlerin arkasında kitap okuyor. İnsan Hakları Heykeli'nin gözaltına alınmış olması tabi Türkiye'de olmayacak şey değil. O yine çitlerin arkasında da olsa kitabını okuyor. Asıl üzücü olan az ilerideki oturan teyzenin artık orada olmaması. Sırf o teyzenin yanında oturmak için o bankta oturulurdu. Karşıdan Batman t-shirtlü bir çocuk geliyor. Şu Cevizlidere'deki elektrik kutusuna spreyle batman logosu basan çocuk bu mudur ki? Ya da Gaziosman Paşa tabelasını Tosun Paşa yapan belki?</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yönüm dolmuş durakları, ama kendine mıknatıs gibi çeken Dost var. Haziran dergilerine bakmak için şöyle bir uğramaktan zarar gelmeyeceğini düşünenler (çünkü tüm bu olanlar Haziran'da gerçekleşmişti, bu yazıyı da Haziran'da yazmıştım ben.) kendilerini bir anda bilimkurgu reyonunda okuduğu/okumadığı kitaplara bakınırken bulur. Dost'un Kızılay'da 3 dükkandan 1'e düşmesi üzücü bir süreç olmuştu, ama o bir dükkanı o kadar güzel yenilediler ki sırf içinde şöyle bir dolanmak için yolumu uzatıp buralardan geçtiğim oluyor (çok sık. Hatta sırf Dost'u gezmek için Kızılay'a geldiğim bile oluyor). Yeni çıkacak dedikleri kitap (çık buradan) gelmemiş daha, son çıkanlar reyonunda yok. Hadi çizgi (hayır, sakın) romanlara şöyle bir (çık) göz atayım. Aslında almadığım (yapma) çizgi romanlar baya birikmedi mi? En son ne zaman yeni çizgi roman almıştım? (dünden önceki gün sipariş ettin, yarım saat önce kargonun eve teslim edildiği mesajı geldi) Hadi tamam, kitapların (son kez uyarıyorum, çık) arasında kendimi kaybediyorum, bari müzik albümlerine (çıksana lan) bir göz atayım. Yeni çıkan (yeni çık, yine çık) albümler neler varmış... demeye kalmadan kandırıyorum kendimi. Elimde birikmiş dergileri, kitapları, çizgiromanları, müzik albümlerini teker teker yerlerine geri bırakıyorum. Alışveriş yapmamanın gururuyla çıkıyorum Dost'tan.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"Kar yağıyor bugün Ankara'ya. Kar yağıyor uykularıma" Yüksel'den Ankaray'a iniyorum. Yağmur hala aynı pıtırtılarla devam ediyor. İddialarımı haksız çıkardı, coşarak sırılsıklam etmedi. Şimdilik sadece ince gömlekten kaynaklı hafif bir ürperti var, o kadar. Bahçeli'ye Ankaray'la mı gitmeli, dolmuşla mı? Gideceğim yere çok yürümek işime gelmiyor. Az da olsa yağmur atıştırıyor, ben Ankaray'dan indiğimde artmış olur. Gidene kadar sırılsıklam olurum. Yağmur en çok ne zaman yağar? Yağmur en çok dolmuş beklerken yağar. Çünkü dolmuş bekliyorsundur ve dolmuş gelmiyordur. Milli kütüphanede beklerken saatlerce gelmeyen ODTÜ dolmuşlarından sen Kızılay'da Bahçeli dolmuşu beklerken iki tane kalkar (Armadodtü, armadodtü!), Bahçeli dolmuşu ise trafiğe takılır, gelemez. Seninle birlikte bekleyen teyzeler simitçinin şemsiyesinin altında toplaşırlar, güvercinler gibi huzursuz etrafı izlerler. Sonunda beklenen dolmuş gelir, anında dolar (simitçinin şemsiyesi de anında boşalır) ve kalkar. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Benim de böylece Ankara'daki ufak yürüyüş turum sona erdi. Daha çok vaktim olduğunda pasaj gezmece, Ulus'a gitmece, tamamen gelinlikçilere terkedilmiş İzmir caddesinde dolaşmaca, Amerikan çarşısına uğramaca. Belki Ankara Sanat'ta bir etkinlik vardır. Hava güzelse Aylak Teras'ta bir mola (sırf o merdivenler bile mola gerektirir), Cer Modern'de bir oyun, ya da Seğmenler'de keyif, belki Neva Palas'ta bir tasarım haftasonu vardır. Belki de yoktur, sadece Ankara vardır.</div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-75156295541701752362017-07-19T21:52:00.000+03:002020-05-16T17:36:32.197+03:00Zaman Zaman<div style="text-align: justify;">
Can Bonomo'nun yeni albümü "Kainat Sustu" çok güzel bir albüm olmuş. Radyolarda sık sık çalınan "Kal Bugün", Ceza ile düet "Terslik Var", şarkıların hepsi teker teker zevkle dinlenen türden. Ancak beni en çok etkileyen şarkı "Vurulmuşum" oldu. Daha girişinde, henüz şarkının ne olduğu tam belli değilken insana "güzel bir şarkı başlıyor" dedirtiyor. Sonrasında ise Bonomo şarkıya çok etkili bir giriş yapıyor. Şarkının ruhuna uygun, karanlık, hüzünlü, enstrümanların az ve arka planda, vokalin daha baskın ve etkin olduğu bir yorum olmuş. Bonomo'nun kalın ses tonu şarkının atmosferi açısından baya yakışmış. Bazen bazı şarkıları dinlemek insanı mutlu ediyor. Özellikle sevdiğiniz bir şarkının kaliteli ve başarılı bir yorumuna denk geldiyseniz, birileri o şarkının hakkını vermişse tüm işi gücü bırakıp o şarkıyı birkaç kere üst üste dinliyorsunuz. Bende de öyle oldu, yaptığım işi bıraktım, şarkıyı sonuna kadar dinledim, sonra baştan tekrar dinledim. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
Vurulmuşum: <a href="https://www.youtube.com/watch?v=b0XZMKpg9nU">Fikret Kızılok</a>, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=637KQYO8NTM">Can Bonomo</a><br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Sonra dedim ki ne güzel söylemiş, şarkının aslı nasıldı acaba? Aslı ile ne kadar uyumlu olmuş? İşte o zamandan beri, yaklaşık 1 aydır her akşam dönüp dolaşıp Fikret Kızılok'u açıyorum, tekrar tekrar. Zaman Zaman, Gidiyorsun, Ama Babacığım, Vurulmuşum ... derken bazen kendimi saatlerce müzik dinler buluyorum (zamanımı en verimli kullanmam gerektiği şu günlerde özellikle). Sonra bir akşam bir arkadaşım "bak şu ne güzel şarkıydı" diye bir şarkı atıyor, onunla uzun uzun kadife sesli Fikret Kızılok hakkında konuşuyoruz ve tekrar alıyor beni bir müzik maratonu. Ya da bir yerlerde Kızılok'un bir şarkısının yorumuna denk geliyorum. Sonra dedim ki acaba Bonomo kadar başarılı kaç tane Kızılok yorumu var?</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlk aklıma gelen "Bir Harmanım Bu Akşam" oldu. Mehmet Erdem'in tek başına çıkardığı ilk albümde ilk şarkıydı Bir Harmanım Bu Akşam. Keman eşliğinde tatlı bir girişi var şarkının. Ancak şarkının ruhuna uymayan, hafif neşeli bir melankoli havası hakim şarkıda. Tekrar dinleyince özellikle perküsyonun benim duymak istediğim ruhu bozan bir tat kattığını farkettim. "Her gecenin sabahı, her kışın bir baharı, her şeyin bir zamanı, benim dermanım -yok-" diyor şarkı. Daha hüzünlü ne olabilir ki? Benzer bir durum Yolda grubunun "Harman" yorumunda da mevcut. Aslında solist tarzı olarak -bence- Mehmet Erdem'den daha başarılı. En başta daha puslu bir vokal var. Ancak yine hızlı ritim ve perküsyon olayı bozmuş. Uzun lafın kısası şarkının aslına yaklaşabilen bir yoruma "Bir Harmanım Bu Akşam" da denk gelmedim.<br />
<br />
Bir Harmanım Bu Akşam: <a href="https://www.youtube.com/watch?v=xpoBa-j8mJI">Fikret Kızılok</a>, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=jiODanML_Ro">Mehmet Erdem</a>, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=uWOvxRwMKWs">Yolda</a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İkinci olarak Leman Sam. Bu da çok doğal, "Bu Kalp Seni Unutur mu?" yu belki çoğumuz Kızılok - Leman Sam düeti olarak hatırlıyoruz. Bir yorumdan çok düet olduğu için, ya da belki çocukluğumdan beri şarkıyı böyle dinlediğim, böyle ezberlediğim, böyle sevdiğim için şarkıda Leman Sam'ın girdiği kısımlar ayrı bir titretiyor benim içimi. Masalsı bir düet, enfes bir şarkı. İnternette şarkının başka yorumlarını dinlerken son zamanlarda beğendiğim, zevkle dinlediğim başka bir isim olan Gökçe Kılınçer'e denk geldim. Gökçe Kılınçer de şarkıyı tadını bozmadan, kendi tarzında, çok güzel söylemiş. Sevgi dolu, her yerinden umut fışkıran, insana güç veren bir şarkı. Kılınçer'in yorumunu dinlerken de aynı duygular canlandı içimde. Leman Sam'dan bir diğer Kızılok yorumu ise "Gönül". Sanıyorum şarkının aslında da Leman Sam geri vokal olarak eşlik ediyor şarkıya, ancak Leman Sam'ın tek başına söylediği bir kayıt da mevcut. Her ne kadar Leman Sam'ın insanı alıp götüren bir sesi olsa da şarkının aslının sahip olduğu duygusal yoğunluk bu kayıtta yok. Güzel, ama o kadar. "Gönül" ü dinlemek istediğimde aklıma yine her seferinde şarkının aslı geliyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
Bu Kalp Seni Unutur mu?: <a href="https://www.youtube.com/watch?v=5dK3lgFG4Rw">Fikret Kızılok</a>, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=JKO0GnJScGI">Gökçe Kılınçer</a><br />
Gönül: <a href="https://www.youtube.com/watch?v=wcuw_3DRlUs">Fikret Kızılok</a>, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=OcYDElP-bZk">Leman Sam</a><br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu noktaya kadar pek çok kişi Mor ve Ötesi - Sevda Çiçeği demiştir sanırım. Benim için ondan öncesi Haluk Levent - Yeter Ki. "Yeter Ki" benim için hep Haluk Levent şarkısıydı. Çok sevdiğim, beğenerek dinlediğim bir şarkıydı. Şarkının aslını Fikret Kızılok'tan dinlediğimde bile aynı şarkıyı şarkıyı dinlediğimi önce idrak edemedim. Bir yerlerden bildiğim bir şarkıyı tekrar dinliyor gibiydim. "Yeter ki sen sev beni" kısmı gelene kadar hangi şarkıydı ki bu hissiyatı ile dinledim. Hala daha iki şarkı aynı sözleri ve aynı müziği kullanan iki farklı şarkı gibi gelir bana. İkisi de aynı zevki, aynı tadı veriyor. Barış Akarsu'nun "Yeter Ki" yorumu ise Fikret Kızılok'un müziğine Haluk Levent'in tarzını oturtmuş gibi daha çok, iki yorumun bir karışımı gibi. Güzel, etkileyici bir yorum ancak kendine has bir tarz, bir özgünlük olmayınca her iki yoruma göre da biraz silik kalıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
Yeter ki - <a href="https://www.youtube.com/watch?v=uP6Ma33_ZkI">Fikret Kızılok</a>, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=3tCa0--mUSc">Haluk Levent</a>, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=bAVer47V9X0">Barış Akarsu</a><br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Gelelim Sevda Çiçeği'ne. Aslında bu şarkıya ilişkin duygu ve düşüncelerim de "Yeter Ki" ile aynı. Mor ve Ötesi bambaşka, enfes bir şarkı çıkarmışlar. Her ne kadar Harun Tekin, Fikret Kızılok gibi kadife sesli değilse de, telafuzu Kızılok'a göre daha tek düzeyse de müzikal bakımdan şarkı enfes olmuş. Yani şarkının hakkını Harun Tekin tek başına vokali ile değil Mor ve Ötesi müzikal yapı ile vermiş.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
Sevda Çiçeği - <a href="https://www.youtube.com/watch?v=S_eSMzy23sE">Fikret Kızılok</a>, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=b8lrQmShfy4">Mor ve Ötesi</a><br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yıllar önce yine böyle internette müzikten müziğe geçtiğim bir günde Demet Evgar'ın "Farketmeden" yorumuna denk gelmiştim. Bu yazıyı yazarken, başka ne vardı ki diye düşünürken o geldi aklıma. Açtım, tekrar dinledim. Piyanonun tek başına, ara ara kemanla desteklenen müziği şarkının aslının melankolik atmosferini güzel yansıtmış. Demet Evgar da tarz ve telafuz olarak hoş bir iş çıkarmış. Ancak ne yazık ki Evgar'ın sesi ne Kızılok gibi kadife, ne Kızılok'u başarılı yorumlayan bazı sanatçılar gibi puslu. Ne de farklı bir tarzla, farklı bir müzikle, farklı bir yorumla şarkıyı baştan yazmış. Dinledikten sonra insana fena olmamış dedirtiyor, ancak tekrar tekrar dinletecek kadar etki etmiyor insana. Leman Sam'ın "Gönül" yorumu gibi (bu satırlara geldiğimde aklımdan silindi bile).</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
Farketmeden - <a href="https://www.youtube.com/watch?v=zR0zplWW5V0">Fikret Kızılok</a>, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=XsziTBckHZ0">Demet Evgar</a><br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu yazıyı yazarken, bir yandan da youtube'da şarkıdan şarkıya geçerken başka Kızılok yorumları olarak Ahmet Ali Arslan'dan "Serserinim", Feridun Düzağaç'tan "Tek Başına" ve Can Güngör'den "İki Parça Can" a denk geldim. Serserinim ve İki Parça Can Akustikhane kayıtları, yani başka bir değişle otomatik olarak 1-0 öndeler. Ben genel olarak Akustikhane kayıtlarını çok beğeniyorum. Akustik olmaları dolayısıyla daha samimi geliyor, seçilen şarkılar hep sanatçının tarzına çok uyan, çok başarılı şarkılar oluyor ve sanki sanatçılar da bu programda şarkı yorumlarken daha bir özenli oluyorlar. Can Güngör ses olarak Kızılok'u daha çok andırıyor, ancak Ahmet Ali Arslan'ın yorumu daha başarılı, daha etkili olmuş. Feridun Düzağaç'a gelince, Kızılok gibi Düzağaç da melankoli, hüzün yüklü şarkılar konusunda benim çok başarılı bulduğum, beğendiğim bir sanatçı. Dolayısıyla yorumu da çok başarılı olmuş. Yine diğer başarılı yorumlarda olduğu üzere sanki şarkıyı kendi tarzında, kendi sesinde baştan yazmış Düzağaç. Ancak sonlara doğru şarkı bozulmaya başlıyor. Baştaki tarzı bozmadan, aynı düzeyde sonunu getirseymiş çok daha güzel olacakmış. Güzel bir damar yakaladığını düşünüp onu iyice şişirmiş ve sonunda batırmış hissiyatı veriyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
Serserinim - <a href="https://www.youtube.com/watch?v=h2HLXrAe6wk">Fikret Kızılok</a>, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=xacpT7oK6D8">Ahmet Ali Arslan</a><br />
İki Parça Can - <a href="https://www.youtube.com/watch?v=BR3JxsQDmSk">Fikret Kızılok</a>, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=y9hzG_0M9cA">Can Güngör</a><br />
Tek Başına - <a href="https://www.youtube.com/watch?v=dwH7lh64IZs">Fikret Kızılok</a>, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=m151LbOjWrc">Feridün Düzağaç</a><br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bonus: Sertap Erener'in "Kumsalda" şarkısının Fikret Kızılok'un Fransızca bir bestesi olduğunu biliyor muydunuz? Sertap Erener için şarkısına Türkçe sözler yazmış, müziğini bir yaz parçası olacak şekilde baştan düzenlemiş ve 2001 yazının hit şarkısı böyle doğmuş.<br />
<br />
Plage Egoiste - <a href="https://www.youtube.com/watch?v=0m7l4hvph-U">Fikret Kızılok</a><br />
Kumsalda - <a href="https://www.youtube.com/watch?v=mCwtDIYYacA">Sertab Erener</a></div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-3752516916772537652017-03-18T17:49:00.002+03:002017-03-24T18:38:07.562+03:00Yabani Dergi<div style="text-align: justify;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://pbs.twimg.com/media/C6vXyDUW0AAbMe6.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://pbs.twimg.com/media/C6vXyDUW0AAbMe6.jpg" width="265" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
2016 yılı yerli çizgiroman açısından oldukça heyecan verici bir yıldı. Önce yılın başında Hortlak dergisi yayınlanmaya başladı. Lombak'ın bitişinden beri özlediğimiz tarz bir çizgiroman dergisi Hortlak. Yarı mizahi, yarı fantastik, bir miktar bilimkurgu, Galip Tekin'in son sayıda yazdığı gibi, ara ara da beyin yakan hikayeler. Yaklaşık 1 yıldır da heyecanla Çizgiroman Yolculuğu'nun Hortlak'la ilgili bölümünü bekliyoruz. Bölüm fragmanı yayınlandı, bölüm yayınlanmadan seri sonlandı. Ardından yıllar önce fragmanı yayınlanan, yıllarca filmi çekilse de izlesek ne keyifli olurdu dediğimiz Kötü Kedi Şerafettin'in filmi vizyona girdi. Hem de üst seviye bir kalitede, enfes bir seslendirme kadrosuyla. Hikayenin aşırılıklarının, sivriliklerinin biraz törpülenmiş olması, hikayeyi yıllardır takip eden benim gibi bazılarında hafif bir "ama Şerafettin bu değildi" hissiyatı doğursa da her ay bir devam filmi gelse her ay ilk seanstan giderim. Ha, "çizgiromanda olsa orada şu olurdu, burada bağırsaklarını dökerdi, şurada beynini pörtletirdi, kuşa çeviriyorlar hikayeyi" diye de her seferinde çemkiririm, o ayrı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://frpnet.net/wp-content/uploads/2016/07/yabani-dergi-2.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://frpnet.net/wp-content/uploads/2016/07/yabani-dergi-2.jpg" width="265" /></a>Sonrasında Haziran ayında Yabani dergi yayın hayatına başladı. Lombak, Lemanyak, Hortlak gibi mizah dergisinden çıkma çizgiroman dergilerinden farklı, daha çok yurt dışında çıkan Heavy Metal gibi, ya da yabancı çizgiromanları Türkiye'de parça parça yayınlayan Doğan Kardeş gibi, farklı bir çizgiroman dergisi Yabani. Çoğunlukla korku, gerilim, bilimkurgu, fantastik tarzlarda, ya tek sayıda başlayıp biten, ya da her sayıda bölüm bölüm ilerleyen hikayelerden oluşuyor. Yukarıda bahsettiğim, mizah dergisi temelli çizgiroman dergilerinde çoğunlukla belli karakterlerin hikayeleri oluyor. Dergiyi elinize aldığınızda içeride neyle karşılaşacağınızı (eğer derginin devamlı bir okuyucusuysanız) yarı yarıya biliyor / tahmin edebiliyor oluyorsunuz. tahminen bir Hilal öyküsü, Cihangirde Bir Ev, Lombak Şehitleri, Şerafettin, Kunteper, Üzeyir, Tübitak, Macerayı Seven Adam, Oğlunu Dürbünle İzleyen Adam... Bu öykülerin çoğu da o sayıda başlayıp o sayıda bitiyor. Seyrek olarak 5 sayı, 10 sayı boyunca devam eden çizgiromanlar oluyor. Yabani de ise öyküler belli karakterlerin, belli tarzların etrafında şekillenmiyor. Aradaki en büyük fark, Yabani'nin her sayısının farklı bir yazar-çizer kadrosuyla gerçekleşmesi. Her sayıda yazar, çizer, kapak görsellerini ya da iç sayfalardaki görselleri hazırlayanlar değişiyor. 10. sayının önsözünde yazdığı üzere şimdiye kadar 10 sayı boyunca toplamda 79 yazar ve çizerin eserlerini yayınlamışlar. Belli yazar-çizerlerin her ay kendi tarzlarında yazdıkları öyküler olmayınca her sayı kendine özel, her hikaye diğer sayılardan bağımsız. Şimdiye birkaç hikaye uzun soluklu bir şekilde birkaç sayı devam etti, diğerler öyküler hep tek sayılık oldu. Arada Seyfettin Efendi ya da Karabasan gibi tanıdık karakterlerin öyküleri de yer aldı. Her sayıda da çizgiromanların yanında yarı yarıya, benzer tarzlarda kısa öyküler de oluyor.<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
10. sayı kuşe kağıda geçilen, klasikler özel sayısı olmuş. Lovecraft'tan Poe'ya, Tolkien'den Ömer Seyfettin'e çeşitli yazarların klasik öyküleriyle bezenmiş. Toplamda 7 çizgiroman, ve yine klasik öykülerden esinlenmiş pek çok tek sayfalık çizimler yer alıyor. Şimdiye kadar heyecan verici 9 sayı yayınlandı, benim için hep ilgi ve merak kaynağı olmuşlardı. 10. sayı, çıtayı baya yükseğe çıkaran çok başarılı bir sayı olmuş. Tabi bunda zaten bildiğimiz hikayeleri yetenekli hayalcilerin ellerinden izlemenin zevki de var. Çizimler özellikle hayranlık verici, bu kadar yetenekli yerli çizgiromancımız varken neden her ay 1-2 yerli çizgiroman çıkmıyor diye şaşırıyor insan. Özellikle 4. sayıda çıkan Dr. Hyde hikayesinin ikinci kısmı olan Dr. Frankenstein hikayesi beni çok heyecanlandırdı. Alan Moore'un LXG serisi gibi, klasik romanların hikayelerini ve karakterlerini fantastik bir hikaye ağı içinde birleştiren bir aksiyon hikayesi. İlk sayıda Dr. Moreau'nun peşine düşen, Mycroft Holmes ajanı Dr. Hyde'ın hikayesi vardı, ikinci sayıda Anna Karenina ile flörtleşen Dr. Frankenstein'ın hikayesini okuduk. Umarım bir şekilde hikayenin devamı gelir ve yıllar sonra tüm hikaye kalın bir ciltle çizgiroman olarak kütüphanemizde yerini alır.<br />
<br />
Yabani dergi, Türkiye'de yerli çizgiroman adına yayınlanmış şimdiye kadarki en heyecan verici çalışmalardan biri. Biraz daha tanınmayla yıllar boyunca enfes çalışmalar yayınlayacak, pek çok yerli çizgiromancının tanınmasında ön ayak olacak. Her ay (büyük çoğunluğunu zevkle takip ettiğim) pek çok Amerikan, Japon, ara ara Avrupalı çizgiromanların yayınlandığı ülkemizde yerli sanatçıların başarılı işlerini okuyabilmek, çizgiroman severler için büyük bir heyecan kaynağı.<br />
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNQxkjDQCNe92NjPCsor0UO0HfraqmRZ3qIpPJDiDIsfewuqdp6PwIDMTtKwkPrlq6HqsFbp5zc7hypUAJnY9RKDukGH7l-YzLXOXYD2_fnfsjrSEtpCpBsPTGqJsxuQJG0x8u8Wn6QWY/s1600/yabani-arka-kapak.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNQxkjDQCNe92NjPCsor0UO0HfraqmRZ3qIpPJDiDIsfewuqdp6PwIDMTtKwkPrlq6HqsFbp5zc7hypUAJnY9RKDukGH7l-YzLXOXYD2_fnfsjrSEtpCpBsPTGqJsxuQJG0x8u8Wn6QWY/s400/yabani-arka-kapak.jpg" width="266" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-60299154758627599512017-02-09T20:49:00.000+03:002017-02-09T20:59:26.661+03:00Berber - Tayfun Pirselimoğlu<div style="text-align: justify;">
Sıradan bir mahalle esnafının hikayesi "Berber". Baba mesleği, babasının dükkanını almış, yıllardır berberlik yapıyor ana karakterimiz (berber). Bir de ek bir uğraşı var, zaman zaman birilerini vuruyor. Tetikçi yani, kiralık katil denilen türden. Kendisine zaman zaman bir fotoğraf ve hedefiyle ilgili bilgiler geliyor, berber de gidip hedefteki kişiyi vuruyor. Kimi, neden öldürmeye çalışıyor olduğu, işi hayatına işlemeye başlayıncaya kadar umurunda olmuyor. Ne zaman ki işler beklenmedik şekilde karışıyor, işin içine aynı yüzüğü takan insanlar girmeye başlıyor, Zeki Müren'in şöförünün taksisine denk geliyor, eski maktullerinin fotoğraflarına denk gelmeye başlıyor, berberimiz huzursuzlanmaya başlıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a><br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://i.dr.com.tr/cache/600x600-0/originals/0000000714593-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://i.dr.com.tr/cache/600x600-0/originals/0000000714593-1.jpg" /></a>Başarılı bir kara hikaye "Berber". Kara filmlerle ilgili bir yazı okumuştum, madde madde kara filmin özelliklerini anlatıyordu. Dedektif, femme fatale (ölümcül hatun), iki taraflı ajanlar, gece buluşmaları, ıssız sokaklarda koşuşturan gölgeler, fötr şapka ve trençkot, cevapsız telefonlar, dumanaltı kafeler ... Son madde olarak ise "klasik kara filmlerin en önemli özellikleri listelenen özelliklerden büyük çoğunluğunu içermezler" diyordu. Kara filmlerin en ortak özelliği, ortak özelliklerinin olmaması gibi. "Berber"de de yukarıda saydıklarımdan hemen hemen hiçbirisi yok. Özellikle yakalanmaya çalışan bir katil yok, tam tersine katilin gözünden takip ediyoruz hikayeyi. Arka planda ise patlayan bombalar, süikaste uğrayan gazeteciler ve politikacılar, şüpheli şekilde batan gemiler, sarı yağan kar, güvelerin işgali ve kıyamet var. Her ne kadar hikaye çalkalanan, gündemi hiç sakinleşmeyen bir ülkede geçse de (tanıdık geldi mi?) berberin daha gündelik, sakin bir hayatı var. Önemli bir politik kişiyi öldürdüğü zaman hayatındaki en önemli değişiklik, işinin sonuçlarını gazetelerde görmek. Başbakanı açıklama yapmak zorunda bırakan bir patlamanın berberin hayatına, dükkana gelen can sıkıcı bir müşteri kadar etkisi yok (tanıdık geldi mi?). Hiçbir patlama, direk hayatını etkilemediği sürece arka plan gürültüsü olmaktan öteye geçemiyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Çok yönlü sanatçı denilen insanlardan Tayfun Pirselimoğlu. Hemen hemen her yıl ya bir filmi, ya da kitabı çıkıyor. En son bir doppelganger hikayesi olan "Ben O Değilim" girmişti vizyona. Son birkaç aydır Ot dergisinde yazıları da çıkıyor. Viyana'da resim mezunuymuş, kimi ortak, kimi kişisel sergilerde de yer almış. Bir yerde filmlerinin hikaye çizelgesini sahne sahne, çizgi roman gibi çizdiğini duymuştum. Zaten çizgiromanlara çok uzak da sayılmaz, İthaki yayınlarından çıkan çizgiroman "Gorazde Güvenli Bölge" nin önsözünü yazmıştı. Doğada kamp yapmaya çıksa ateşi bile sanatsal yakardı büyük ihtimalle. Kimi çok iyi somun seçer (M3), kimi de sanatçı olur hayatta. Önemli olan kamp ateşinde pişen sucuklar lezzetli olsun. Ekmek taze olmasa da kenara biraz köz çeker, kızartırsın, fırından yeni çıkmış gibi enfes olur. Bir de kahvaltıdan biraz kaşar aşırıp sucuğun üzerinde erittin mi, üzerine de az kekik... Odunları da çadır şeklinde dizdin mi ortam alev alev olur. Ara ara da ateşe kozalak atar, patlatırsın. Bir de birisi çay demlesin odun ateşinde, çiviye çivi misali sucuğun hararetine bastın mıydı...</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Oldukça güzel bir kitap "Berber". Tavsiye olunur, okuyun.</div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-82041681748735403072016-08-24T22:35:00.000+03:002016-08-24T22:35:49.469+03:00Pagan Çeşmesi ve Ben<div style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCdPfmjk3qaIIPKtsyO0dwzUADsWVCCGFpio1mdfXu9nn85drwlecQ4q_i-Ih-OJTgyak4XpTbTB2EqVw598XMe_0GOpQ4mdxyNdOGK-pSB9yF8YWsJMz6GJ2-Wn_LIv4U9f5UjssyWac/s1600/tumblr_nyorqczTL41qkaoroo1_500.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCdPfmjk3qaIIPKtsyO0dwzUADsWVCCGFpio1mdfXu9nn85drwlecQ4q_i-Ih-OJTgyak4XpTbTB2EqVw598XMe_0GOpQ4mdxyNdOGK-pSB9yF8YWsJMz6GJ2-Wn_LIv4U9f5UjssyWac/s640/tumblr_nyorqczTL41qkaoroo1_500.jpg" width="512" /></a>Bugün size biraz Pagan Çeşmesi'ni anlatacağım. Temel amacım Pagan Çeşmesi'ne neden yazıyor olduğumu anlatmak. Aslında Pagan Çeşmesi'ni kavramsal olarak ilk kurduğumuz zaman ne yapmakta olduğumuz konusunda açık bir fikrimiz olduğundan emin değilim. Aynı duygu ve iç güdülere sahip olduğumuz için fikir ham olarak ortaya atıldığı zaman derinlemesine bir sorgulama hiç yapmamıştık - en azından ben yapmamıştım (sen de yapmamıştın şimdi, hiç öyle başını sallama). Başlarda olayımız 40 kişiden 3'ünün geyik çevirdiği, 30 tane başlık açıp 4 tanesinde, sabah yaptıkları ve ertesi sabah yapacakları sohbetlerin yazıldığı bir forumdu. Evet, onlar bizdik, hayır, forum tüm internete açık değildi. Bizden başka kimse girmiyordu. Forum demek o yıllarda sosyal medya demekti. Biz de sosyal medyayı deniyorduk işte kendi meşrebimizce. Sonra bir gün internetin sonsuz olmadığını keşfettik. Birisi pirizini çektiği zaman kapanıyor bu meret. Facebook sonu gelmeyecek gibi gözüküyor değil mi? Geocities ve Hotmail de bir zamanlar öyleydi, internet demek bu iki site demekti. "Bir sabah gözlerimi açt<span class="text_exposed_show">ığımızda çok uzak diyarlara yol almış
olmasıı, bizim de ona olan sonsuz güvenimizden dolayı hiçbir şeyi
kaydetmemiş olmamız hayatımızda yer eden kötü bir enstantenedir.</span>" Sonra bir gün Almanya'da oturmuş biramı içiyorum (çünkü Almanya'dayım, neden içmeyeyim ki), o zamanlar da Skype'ın hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olduğu yıllar, Skype'ta dedik ki Pagan Çeşmesi'ni biraz da blog olarak mı denesek? Blog biraz şekil ihtiyacından, ya da süregelen bir merak duygusunun bastırılma ihtiyacı, öğrenme arayışı. Yani Pagan Çeşmesi'ni Facebook'ta kurmuşuz, ama Facebook kabuk değiştirme sürecinde bizim bütün planlarımızı alt üst edecek kararlar vermiş. Hal böyle olunca biz de Pagan'ın bir yarısını Facebook'ta tutup kalan yarısını Blog'a aktaralım dedik.<br />
<br />
Daha önce buraya yazmakta bir amacım olup olmadığını doğru dürüst düşünmemiştim, sorgulamamıştım. Bu fikir (yani neden Pagan Çeşmesi? diye bir yazı yazmak) aklıma, güzel bir dost burada yazılanlarla ilgili fikirlerini söylediği bir akşam geldi. Konu burada bahsi geçen bir kitaptan açıldı ve benim burada yazdığım bir yoruma atıfta bulunuldu. O ana kadar burada yazdıklarımı birilerinin gerçekten okuyor olduğunu düşünmemiştim. Yani tamam, sonuçta internette herkese açık bir alana bir şeyler yazıyorsan, bu birilerinin onu okuyabileceği anlamına geliyor. Birilerinin okuyacağını düşünmüyorsan, sadece kendin için yazdığını sanıyorsan word'de yaz, excel'de yaz, powerpoint'te yaz, paint'te yaz (ama elle yazma, 2 yıl önce yazdığım bazı yazıları bile okuyamıyorum, hayatımda gördüğüm en kötü el yazılarından birine sahibim). Blog'a ne ihtiyacın var? Sinema seven bir insan olarak aylık olarak Altyazı dergisini alırım. O ayın dergisinde yönetmen tarzları hakkında bir yazı okurken bu blogda bir değişiklik yapıp bir deneme yazısı yazayım dedim. Neden yazmayayım ki? İlkokulda güzel kompozisyon yazardım. Blogda eskiden yazdığım yazıları okuyorum, hala ilkokuldaki kompozisyonların ötesine geçememişim. Sonra blogda yeni yazdığım yazılara bakıyorum, hala ilkokul kompozisyonları. Sonra bu yazıyı yayınlamadan önce tekrar bir okudum, hala ilkokul kompozisyonu. İçimdeki çocuğu hala yaşatıyorum sanırım, ama benimki ilkokul Türkçe dersinde takılı kalmış. Blog'da "neden Pagan Çeşmesi?" konulu fazladan bir kompozisyon olsa ne farkeder? Yalnız mesela eskiden yazdığım bir çizgiromanla ilgili yazıya bakıyorum. Hatırlıyorum, yeni çıkan sayıyı sipariş etmişim, elimdeki sayıları da bitirmişim. O anın heyecanıyla oturmuşum, yazmışım bir şeyler. Diyorum ki bu kadar başarılı bir çizgiroman, sadece ne kadar güzel olduğunu anlatsam yeter. Yazıyı yazarkenki duygularımı hatırlıyorum, bazı anlatmak istediklerimi üstü kapalı anlatayım, çok fazla bilgi vermeyeyim falan demiştim. Üstünden zaman geçip okuyunca "sonra şöyle oldu, sonra o gitti, sonra bak çok büyük patlama oldu, sonra adam geldi, sonra..." diye film anlatan çocuk gibi. Tam bir gerçekler Eminönü vakası. Eminönü'yü de severim halbuki. Ankaralı bir insan olarak benim için Mısır Çarşısı, boğaza nazır balık ekmek keyfi otantik, güzel anlamları var Eminönü'nün. Yani aslında bence oldukça güzel yazıyorum sanırım. :D İşte tam olarak da bu gaz yeni yazılar çıkmasını sağlayan.<br />
<br />
İşin doğrusu, buraya yazdıklarımı kimse okumuyor sanıyordum değil (İngilizce'deki gibi, sonuna değil koyarak cümleyi olumsuz yaptım. Have to - don't have to gibi). Daha çok okunuyor olması hakkında düşünmemiştim. "neden Pagan Çeşmesi?" diye yazmamın nedeni "birileri okuyormuş, o zaman al bunu oku!" değil (not). Aslında birilerinin en azından kayıtların bulunduğu sayfalara giriyor olduğunu bilmek çok da zor değil (not). Blogger istatistik olarak veriyor zaten, şu gün şu kadar kişi, şu kaydı okudu (kayda baktı) diye (slipped and read). Tabi bu girişlerin çoğunun google görsel aramaları sırasında gerçekleştiği bilgisini de veriyor (acı gerçekler). Aynı zamanda blogumuzdaki en çok ziyaret edilen sayfanın bize tek yazıyla misafir olan, (ne yazık ki) devamını getirmeyen Kamelya'ya ait olduğunu da gösteriyor. Yazı çok güzel bu arada, okumayan kalmamıştır herhalde ama kazara bu yazıyla karşılaşmışsan Marina Abramoviç'e bir bak. O usta bir kalemden çıkmış bir yazı işte. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj06EdobjFcC1hkTcn8HItZ2gFTU3ugWE-SOtgQMuxpUMI3Gky87G8tOKw9-dcDO_HTAjh59lXhCvSiZsD0P_rrh2Cv6sop8IT7vg56X7sXp1kWxZJh2lzxXMK3mAztu_wAqByzUB_s_U4/s1600/Photo+17.08.2016+22+39+06.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj06EdobjFcC1hkTcn8HItZ2gFTU3ugWE-SOtgQMuxpUMI3Gky87G8tOKw9-dcDO_HTAjh59lXhCvSiZsD0P_rrh2Cv6sop8IT7vg56X7sXp1kWxZJh2lzxXMK3mAztu_wAqByzUB_s_U4/s400/Photo+17.08.2016+22+39+06.jpg" width="358" /></a>Zaten buraya (genel toplamda) tek yazan da ben değilim. Belki son 2-3 yıldır benim yazılarım çoğunluktadır, ama yine de Pagan Çeşmesi fikrini birlikte geliştirdiğimiz Burak var. Bir zamanlar bir Burak yazardı, bir ben yazardım, üç Burak yazardı, bir ben yazardım. Sonra hayat bizi tekrar Ankara'da bir araya getirdi (bu gereksiz bilgi, konuyla bir alakası yok). Facebook bölüğü iyice coştu, canlandı, aldı başını yürüdü. Sohbet, muhabbet gırla. Öyle ki arada iş-güç yoğunluğundan 1 hafta bakma, döndüğün zaman uçan arabaların, ışınlanan insanların arasında walkman'i için pil arayan çocuğa dönüyorsun. Konuyla ilgili Hakan Nisan'ın Uykusuz'da geçen hafta çok güzel bir karikatürü vardı. Fotoğrafını çekip yana koydum (yani bunları yazarken henüz koymadım ama siz okurken kesin koymuş olurum. O yüzden gelecek zamandan bilinen geçmiş zaman olarak bahsetmekte bir sıkıntı görmedim). Bir haftasonunu evde Pagan Çeşmesi'nde paylaşılanlara bakınarak geçiriyorum, yine de bitiremiyorum. Bir de blogda yazan Erinç var. Kendisi yazdıklarının çoğunu taslak olarak bırakıp yayınlamamayı tercih ediyor. Kendisi ödüllü hikayelere sahip bir dost, yazdıkları (hikaye olsun, blog yazısı olsun) hep çok keyifli yazılar. Ama siz hepsini okuyamıyorsunuz, yalnızca Burak ve ben okuyabiliyoruz. Bu da bizim ilginç bir torpilimiz. Bir de çektiği kısa filmleri başkalarından önce bizimle paylaşan bir güzel dostumuz var. Bir de KPSS Türkiye birincisi var. Bir de İsviçreli bilim adamı var. Ben de M3 somun (bulabilirsem) sıkıyorum (bugünlerde gündemim M3 somun, M2, M2.5, M4, M5, M6 tüm boyutlarda somunum var, M3 pul, yaylı pul, havşa vida, alyan vida, her şeyim var. Bir M3 somunum yok. Anlıyor musun? Hadi gülümse).</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İşte böyle dostlar. Peki "neden Pagan Çeşmesi?". Diyeceğim o ki bazı valizler vardır, açılmamalıdır. Bazı valizler vardır, açılamaz. Bazı valizler vardır, açılmaz. Bazı valizler de sadece vardır.</div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-46336248214642880652016-08-01T23:03:00.000+03:002016-08-01T23:03:06.025+03:00Locke and Key<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://i.kinja-img.com/gawker-media/image/upload/s--dA6-O7Td--/18z6elvq2bj19jpg.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="https://i.kinja-img.com/gawker-media/image/upload/s--dA6-O7Td--/18z6elvq2bj19jpg.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Locke and Key ilk yayınlanmaya başlayalı 8 yıl olmuş. Ben seriyi okumaya başlayalı ve ilk anların heyecanını <a href="http://paganincesmesi.blogspot.com.tr/2012/01/locke-key.html">buradan anlatmaya çalışalı</a> 4 yıl, serinin son cildi çıkalı 2 yıl. 2 yıldır kütüphanemde ciltleri izliyorum, hikayenin ne kadar da güzel olduğunu hatırlamaya çalışıyorum. 4. cilde gelince hikaye sona yaklaştı demiştim, 5. cilt çıktığında ise "Alpha & Omega" nın fasikülleri basılıyordu. "Alpha & Omega" yı 2 yıldır elime alıp alıp bırakıyordum. Çünkü hikaye bitecek. Geçen haftanın başında dahice bir fikir buldum; birinci cildin önsözünden başlarsam okumaya, haftada 1 ciltle 2 ay kadar idare ederdi beni Locke and Key. Artık sona gelme vaktim de gelmişti, Joe Hill'in yeni çizgiromanlarıyla devam edebilirim nasıl olsa. Fikir o kadar dahiceydi ki 6 cildi okumak 5 günümü aldı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Anahtarların peşinde bir hayat. Ortalıkta gizemli şeyler yapılmasına imkan veren onlarca anahtar dolanırken tabi ki bu anahtarların peşinde olanlar olacak. Yüzüğün peşindeki Sauron, Ölüm Yadigarlarının peşindeki Voldemort gibi anahtarların da peşinde Zack Wells var. Yakalayabilene arka planda da bir o kadar çok ve eğlenceli detaylar var. Örneğin ("Wells" ten sonra) kütüphanedeki kitaplar, deliler hastanesinde delilere Neil Gaiman okuyan çocuk, ya da mezuniyet balosu ve bir kova kan. Mezuniyet balosu ve bir kova kan özellikle enfes olmuş, çünkü sonrasında Jamal "Sometimes I feel like no one gets us" der, Kavanaugh da "Isn't that our lot in life, though?" diye cevap verir. Bir manada Joe Hill'in Deadpool sahnesi, duvarların yıkıldığı an. Hikayede hayal kırıklığına uğradığım tek nokta ise Harry Potter ekolü finali oldu. Kıyamıyorsan kıyma arkadaşım dedim sona geldiğimde. Kıyacaksan da hakkını ver. Bak "Yürüyen Ölüler" e, nasıl da hakkını vere vere dumur ediyor insanı sürekli.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Biraz fantastik sevenlere yönelik bir sohbet oldu bu sefer. Yazılanları anlamayıp sinir olanlar anlayış gösterin; zaten çizgiromanı okumayanlar ne dediğimi anlamasın diye uğraştım biraz da. Hikaye çok güzel çünkü. 20 cilt olsa yine okunur. Hatta son cilt üzüyor insanı, hikayeyi bu kadar hızlı bağlayıp sona getirdi diye. 3-4 yeni anahtar, 1-2 farklı kötü, 2-3 ek kapışma ile daha bir süre daha giderdi. Bir yandan da ana hikayeden bağımsız tek sayılık hikayeler de şu anda çıkıyormuş. 6 hikayeden 2 tanesi yayınlanmış - 1 tanesi de 1-2 aya çıkacakmış. 7. cilt de ardından gelir. Sonra belki 8, sonra belki 9...</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://cdn.bloody-disgusting.com/wp-content/uploads/2013/06/locke-and-key.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://cdn.bloody-disgusting.com/wp-content/uploads/2013/06/locke-and-key.jpg" height="316" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-22917354801294926332016-07-08T23:44:00.001+03:002016-07-08T23:44:19.131+03:00Deniz Kurdu - Jack London & Reff Rib<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgz1M3lN0F3-lH4uYklz3EXgTCdoytmX4-JBgEMwafVnzmz2Rvo4sZRZpdCtjRMjXslFtHFIcptxsRp8-q6vmdLy0BkLg-h4_WOrLAkQ4DgSkgCfTriZv7Qwk51aY8M2BCogvFobqcOVNdU/s1600/sea+wolf.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgz1M3lN0F3-lH4uYklz3EXgTCdoytmX4-JBgEMwafVnzmz2Rvo4sZRZpdCtjRMjXslFtHFIcptxsRp8-q6vmdLy0BkLg-h4_WOrLAkQ4DgSkgCfTriZv7Qwk51aY8M2BCogvFobqcOVNdU/s400/sea+wolf.jpg" width="288" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://www.bedetheque.com/media/Couvertures/Couv_177613.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://www.bedetheque.com/media/Couvertures/Couv_177613.jpg" height="400" width="283" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Çizgiroman seven ve okuyan bir insanım, evet. Genelde de hemen hemen her şeye şans veririm. Yerliyse zaten okuyorum, yabancı çizgiromanda da çocukken severek okuduğum Amerikan süperkahraman çizgiromanları hariç -1,2 istisna ile- yeni çıkan her şeyi takip etmeye çalışıyorum. Hal böyle olunca çoğu çizgiroman ortalama bir okuma zevki veriyor. Ya hikaye, ya kurgu ya da çizim açısından çok iyi olacak ki benim için başka işlerden ayrılsın. Örneğin Yürüyen Ölüler hikayesi ile son zamanlarda her sayısı ile bu zevki veriyordu bana, yeni sayısını heyecanla beklemekteyim. Keza -daha önceden de paylaşmıştım- Locke&Key ve 100 Bullets aynı şekilde zevkle okuduğum seriler olmuştu.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Deniz Kurdu'nun çizgiromanını alırken beğeneceğim düşüncesiyle aldım. Sonuçta Jack London, kitaplarını zevkle okuduğum bir yazar. Hikaye illa ki güzeldir diye düşünüyordum. Çizgiromanın ciltlerinin kapaklarından da (her ikisini de buralara yerleştireceğim birazdan) çizimlerin güzel olacağını tahmin etmiştim. Daha ne olsun? Ancak ilk bölümün sonuna gelene kadar özellikle çizimlerin beni bu kadar çarpacağını tahmin edememiştim. Olay öyle bir noktaya geldi ki her sayfayı, hikayenin takibi için bir kez okuduktan sonra geriye dönüp kare kare, her kareyi en ince ayrıntısına kadar izler oldum. Bazı karelerde yazarın anlatmak istediğini yeterince verememiş, şöyle olsaymış, böyle olsaymış diye çizerle sohbete bile daldım (ki çizmekten hiç anlamam, ben olayın yalnızca tüketici tarafındayım). Emrah Ablak, Çizgiroman Yolculuğu 3. bölümünde bir çizerin dalgaların içindeki bir gemiyi ne kadar güzel çizdiğini, o karenin ne kadar güzel olduğunu anlatır. Ben de Deniz Kurdu'nda aynı hissiyatı yaşadım, "ne kadar güzel çizmiş adam" (Bundan mı bahsediyordu diye çok düşünmüştüm, açıp baktım, başka bir çizgiroman için söylüyormuş).</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Hikaye, yeni nesil hikayeler gibi seyri süprizlerle değişen, okuyucuyu şaşırtan bir sonlu türden değil. Eski usul, ufak gelişmelerle ilerleyen bir öykü. Soylu sınıfından bir eleştirmen bir gemi turuna çıkar. Fırtınalı denizlerde hayat onu hiç beklemediği bir gemi yolculuğuna ve kendisinin tam zıddı, 'Deniz Kurdu' kaptana götürecektir. Sonrası karakterler arası çatışma, hayat ve felsefe sorgulamaları. Bol miktarda da çeşitli yazar ve düşünürlere göndermeler ve referanslar yer alıyor. Deniz Kurdu yakın zamanda okumaktan en çok zevk aldığım çizgiromanlardan biri oldu, hiç yoktan bir kitapevinde çizgiroman bölümüne gidip içini şöyle bir karıştırmanızı tavsiye ederim.<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i.vimeocdn.com/video/446759484_1280x720.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i.vimeocdn.com/video/446759484_1280x720.jpg" height="360" width="640" /></a></div>
<br /></div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-54255511991915678062015-10-06T19:38:00.000+03:002015-10-06T19:38:34.504+03:00Şato Üçlemesi - Diana Wynne Jones<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i2.wp.com/fabilog.com/wp-content/uploads/2014/09/Kitap_848803-e1410251525321.jpg?resize=500%2C269" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i2.wp.com/fabilog.com/wp-content/uploads/2014/09/Kitap_848803-e1410251525321.jpg?resize=500%2C269" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Howl'u bildiniz mi? Hani Sophie vardı, cadı yaşlıya dönüştürmüştü. Sonra Yürüyen Şato'ya gidiyordu, orada ateş cini Calcifer vardı, Howl ve çırağı vardı, sonra sihir, cadılar, maceralar, zıplayan korkuluklar, vs. gidiyordu. Miyazaki'nin en beğendiğim çizgi filmlerinden biriydi benim. Masalsı bir dünyada sevimli bir hikayeydi. İşte bir gün kitapevinde o çizgi filmin kitabıyla karşılaştım. Daha da güzeli yanında iki kitap daha vardı; Yürüyen Şato, Uçan Şato, Sihirli Ev. Çocuk kitaplarına olan ilgimi çocukluğumdan beri bir türlü kaybedemedim. Her ne kadar artık bazılarını okuduktan sonra "bunu çocukken okusaydım daha çok etkilenirdim" diye düşünsem de yine de heyecan verici bir kitapla karşılaşınca okumaktan alamıyorum kendimi. Oysa birini al, oku, beğenirsen devamını da alırsın. Ne gerek var bir oturuşta 3 kitabı birden almaya?</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Şato kitapları Yürüyen Şato ile başlıyor. Miyazaki'nin filmi hatırladığım kadarıyla tamamen bu kitaptan uyarlanmış (esinlenmiş). Sophie bir gün Çöl Cadısı ile karşılaşır ve nedenini bilmediği, anlamadığı şekilde cadı onu yaşlı bir kadına çevirir. Ne yapacağını bilemeyen Sophie yollarda dolaşmaya başlar ve korkunç büyücü Howl'un dehşet verici Yürüyen Şato'suna denk gelir. Yapacak daha iyi bir işi olmadığı için şatoya girer ve burada yaşamaya başlar. Tam bir huysuz ihtiyara dönüşen Sophie burada sinsi gibi ateş cini Calcifer, o kadar da korkunç olmayan Howl, çırak Michael, kuru kafa, şatoyu takip eden korkuluk, köpek ile birlikte yaşamaya başlar. Dış dünyada ise kralın hem kardeşi hem de başbüyücüsü kaybolmuştur ve kral ikisinin de bulunmasını istemektedir. Bir yandan da Çöl Cadısının tehdidi vardır.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://kahramangiller.com/wp-content/uploads/2015/02/y%C3%BCr%C3%BCyen%C5%9EatoFeature.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://kahramangiller.com/wp-content/uploads/2015/02/y%C3%BCr%C3%BCyen%C5%9EatoFeature.jpg" height="270" width="400" /></a>İkinci kitap Uçan Şato, aynı dünyada, farklı bir ülkede yaşayan Abdullah'ın hikayesini anlatır. Pazar yerinde bir halı satıcısı olan Abdullah bir gün bir uçan, sihirli halı bulur. Bu halı sayesinde tanıştığı prenses Gece Işığı'nı bir cin kaçırır. Abdullah, Gece Işığı'nı kurtarmaya çalışırken bir büyülü lamba ve aksi cini, düzenbaz bir eski asker, bir kedi ve yavrusu ile karşılaşır. Abdullah, Gece Işığı'nı kurtarabilmek için bu ilginç ekibiyle birlikte uçan şatonun peşinden gider.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Üçüncü kitap Sihirli Ev'de genç Charmain teyzesinin sihirbaz amcası tedavi görmeye gittiği sürede onun evine göz kulak olmaya gider. Tam bir el bebek, gül bebek kızı olan Charmain'in kitap okumaktan başka bir derdi yoktur, ancak William amcanın evi süprizlerle doludur. Bir cadının oğlu olan Peter de sihirbaz William'a çırak olmaya gelir. Bir yanda evin köpeği Başıboş, bir yandan Koboldlar (bir nevi aksi şirinler klanı), bir yanda şehri ziyarete gelmiş Sophie, çocukları Morgan ve Parıltı ve ateş cini Calcifer, kralı ve prensesi sıkıntılarından kurtarmaya girişirler.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Şato kitapları, oldukça masalsı, sürükleyici, sıkmayan, hoş kitaplar. Özellikle ilk kitap Yürüyen Şato sihirli dünyaya giriş olarak baya zevkle okunuyor. Uçan Şato'ya geldiğimizde işin içine biraz etnik ayrımcılık giriyor gibi. Belki Avrupalı olsaydık bizi o kadar rahatsız etmeyebilirdi ama ana karakter olarak tanıtılan Abdullah'ın alttan alta iki yüzlü, yalakavari tasvir edilmesi, 4 eşe kadar evlenmeyi olağan görmesi, hatta Abdullah'ın ülkesinde yaşayan kadınların da bunu kabul etmesi, 2 kardeşin paçayı yırtmak için aynı adamla evlenmeye niyetlenmeleri (hele ki 2 kardeşin tekrardan gündeme gelişleri iyice korkunç)... İsim vermeden müslüman ülke insanlarına yönelik önyargıları besleyen bir yapısı var kitabın. Hele ki kitabın çok satan bir çocuk kitabı olması, direk çocuklara bu fikirleri aşılaması iyice kötü. Üçüncü kitap Sihirli Ev ise tembel, asabi, kendini beğenmiş kız çocuğunu överek çalışkan, azimli, nazik erkek çocuğunu yermesiyle benzer bir sıkıntı verdi bana. Bir çocuk kitabının illa eğitici olması gerektiğini düşünmüyorum, bence eğlenceli olması yeter de artar bile. Ancak çocuklarda yanlış önyargılar oluşmasına yol açacak şekilde kurgulanmamaları da önemli bence.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Çocuk kitapları hoştur, eğlencelidir. Eğitici, felsefi, kişisel geliştiren, dünyayı değiştiren kitaplar haricindeki kitapları zaman kaybı olarak saymayan ve kitap okumayı seven herkes bence en az yılda 1-2 çocuk kitabı okumalı. Hele ki kitabı bir çocuk bakış açısından bakmaya çalışarak okursanız günlük yaşantınızdan kopup kendi bilinç altınızda ilginç bir dünyada bulabilirsiniz kendinizi. Şato kitapları, en azından ilki bu açıdan oldukça güzel bir kitap. Hele ki sonrasında, kitabın birebir uyarlaması olmayan çizgi filmi de seyredersiniz, tam çocukluğunuza dönersiniz.</div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-68632758026434130092015-07-25T13:52:00.000+03:002015-07-25T13:52:36.260+03:00Yerdeniz - Ursula K. Leguin<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="http://img1.dr.com.tr/pimages/Content/Uploads/ProductImages/504951/08be292c-e9a7-4734-b15a-990bcacd57a8.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://img1.dr.com.tr/pimages/Content/Uploads/ProductImages/504951/08be292c-e9a7-4734-b15a-990bcacd57a8.jpg" height="640" width="424" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Yerdeniz serisini Leguin'in önceden okuduğum birkaç kitabı gibi fantastik kurguya yakın bir bilimkurgu serisi olduğunu umarak almıştım. 1 kitabı kapanmak üzere olan bir kitapevinin son kalan kitapları arasından alarak, 2 kitaba bir sahafta denk gelerek, kalanları da direk Metis'in dükkanından tamamlayarak yıllara yayılan bir süreçte toparladım tüm seriyi. İşin absürd yanı seriyi çok beğeneceğimden o kadar emindim ki tüm seriyi tamamlamadan okumaya başlamadım (zaten en son ilk kitabını aldım). Özellikle Metis tüm seriyi tek bir cilt altında toplayınca yıllardır kütüphanemde beklemekte olan seriye başlama vaktimin geldiğini düşünüyordum. Leguin'e pek çok ödüller kazandıran, Miyazaki'nin oğlu tarafından animesi çekilen bu kült seri için ilk söyleyebileceğim şudur ki keşke bunca yıl bu kadar beklenti biriktirmeseymişim. Benim açımdan başkalarının beğenisi üzerine büyütülen beklentilerin hayal kırıklığına yol açtığı bir kült seri oldu Yerdeniz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kısa kısa kitaplardan bahsedeceğim. Seri çok süpriz gelişmelerle, ani dönüşlerle bezeli olmadığı için yazacağım şeyler çok da okuma zevkini bozacak türden değil. Yine de 0 bilgi ile kitaba başlamak isteyenler için burası köprüden önce son çıkış.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
6 kitaplık seri Leguin'in tamamen fantastik kurgu olan, en ufak bilimkurgu öğesi içermeyen kitaplarından. "A long time ago, a galaxy far far away" de geçiyor hikayemiz. Yerdeniz, ufaklı tefekli adalardan oluşan bir dünya. Bizim dünyamızla karşılaştırıldığında (pek çok fantastik kurgu dünyasında olduğu üzere) daha çok orta çağ Avrupası tadında, kralların, diplomasinin, çekişmelerin/savaşların ve barışların yaşandığı bir dönemdeyiz. Bizim dünyamızdan en büyük farkı ise büyücülerin (sihirbazların ve cadıların) ve ejderhaların da bir parçası oldukları bir dünya bu. Birinci kitap ilk olarak Çevik Atmaca lakaplı büyücünün gençliği ile başlıyor. Yerdeniz'in en büyük büyücüsü olacağı daha çocukluğundan belli olan Çevik Atmaca'nın gençlik yıllarını ve gençliğin getirdiği hırçınlıkla yaptığı hataları okuyoruz kitap boyunca. İkinci kitap, serinin bir başka ana karakteri, kitaptaki lakabıyla Arha'yı (Tenar'ı) anlatıyor. Bu sefer de Arha'nın çocukluk dönemini atlatma hikayesini okuyoruz. Üçüncü ve seriyi ilk olarak bitiren kitaba geldiğimizde Çevik Atmaca artık yaşlanmaya başlamış bir adam ve ilk kitapta belirtildiği üzere Yerdeniz'in en büyük büyücüsüdür. Ancak Yerdeniz'de dünyanın dengesi bozulmaktadır ve Çevik Atmaca Arren isimli bir delikanlıyla onu bile zorlayacak, bilinmeyene doğru bir yolculuğa çıkmak zorundadır. Leguin seriyi Tenar'ı bir kenara bırakarak bitiremeyeceğini düşünmüş ve yıllar sonra Tenar ve evlat edindiği Therru'nun, kadın olmanın sıkıntılarına göğüs germek zorunda kaldıkları Tehanu ile seriye geri dönüş yapmış. Tehanu ile başlayan, Yerdeniz Öyküleri ve Öteki Rüzgar ile tüm seriyi sonlandıran 3 kitap daha çok erkek egemen bir toplumda kadın olmanın sıkıntılarını kadın düşmanı odunlar, kadın düşmanı olmayan kahramanlar ve güçlü kadın karakterler üzerinden anlatmış. Erkeklerin kadınları ikinci plana atarak kurdukları erkek egemen toplumu taş taş başlarına yıkarak daha eşitlikçi bir dünya hayali ile sonlandırmış seriyi.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yerdeniz, hayal gücünün daha canlı olduğu gençlik yıllarında okunması gerektiğini düşündüğüm bir seri. İnce ama etkili ortam ve karakter betimlemeleriyle okuyanı hikayenin içine çeken, karanlık odalardan çöllere, büyülü rüzgarlarla yolculuk eden gemilere götüren büyülü bir seri. Fakat ne yazık ki benim açımdan Leguin'in kitaplarını tavsiye ederken aklıma gelmeyecek, ancak ortalamanın üzerinde bir okuma zevki oldu.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/6/64/Yerdeniz_harita.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="594" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/6/64/Yerdeniz_harita.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-44140760307977548812015-05-27T22:11:00.000+03:002015-05-27T22:11:40.499+03:00Sonbahar Ülkesi - Ray Bradbury<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.omega-level.net/wp-content/uploads/2010/10/The-October-Country1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.omega-level.net/wp-content/uploads/2010/10/The-October-Country1.jpg" height="640" width="387" /></a></div>
"Yılın hep son döneminin yaşandığı ülke..."<br />
<br />
<div style="text-align: justify;">
İthaki yayınları son zamanlarda çok güzel bir hamle yaparak yakın zamanda vefaat eden "düz yazının şairi" Ray Bradbury'nin bir yandan eskiden basılmış kitaplarını tekrar basarken bir yandan da daha önce Türkçe'de hiç yayınlanmamış kitaplarını bastı. "Sonbahar Ülkesi", Ray Bradbury'den okuduğum kitapları arasında en beğendiklerimden, beni en çok etkileyen kitaplardan biri oldu. Öyle ki kitabın son sayfalarına yaklaştığımda Türkçe'ye yeni çevrilen kitabı "Karahindiba Şarabı" nı sipariş etmiştim bile. Ray Bradbury ile ilgili "Aydaki bir kratere Bradbury'nin anısına Dandelion (Karahindiba) krateri adı verilmiştir" cümlesini okuduğumdan beri merak ediyordum "Dandelion Wine" ı zaten.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Sonbahar Ülkesi tamamı ölüm üzerine kısa hikayelerden oluşuyor. Hikayelerin büyük bir çoğunluğu yağmurlu havada camdan kayan su damlaları misali sürükleniyorlar ölüme. Bazı hikayeler o kadar kasvetli ki karakterleri zaten daha hikayenin başında ölümle yaşam arasındaki ince çizginin ölüme yakın tarafında salınıyor oluyorlar. Özellikle Meksika'da geçen bir hikaye (ilklerden biriydi), kitap bittikten sonra dönüp baktığımda yoğun kasvetinin izleri en çok kalanı oldu. Tabii hikayelerin hepsi kasvetli de değil. Kiminde ölüm hayatın kaçınılmaz bir parçası. Bir kısım hikaye ise cinayet, katilden kaçma üzerine kurulu. Ancak karşınızda bilim kurgu/fantastik kurgunun en iyi yazarlarından Ray Bradbury olunca klasik eli bıcaklı katil ve çığlık atarken kafası kopan kadınlar canlanmasın gözünüzde. Katil bazen bir bebek de olabilir, bazen rüzgar da. Ve Bradbury'nin benim en başarılı bulduğum yönü: her yönüyle insanlık halleri. Kıskançlıklar, iyi niyetler, inatlar, korkular, cesaretler, hüzünler, kalın kafalılar, utangaçlar, kırılganlar, umursamazlar...</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"Sonbahar Ülkesi, ölüm hakkında okunabilecek en hayati kitaplardan biri." Bizim açımızdan bir başka önemli nokta ise bilinçli bir şekilde Burak'la aynı anda okuduğumuz -hatırladığımız kadarıyla- ilk kitap olması. Ben 1 hafta daha önce başlamıştım, şimdi hikayeler üzerine yorum yapmak için kendisinin kitabı bitirmesi konusunda sabırsızlanıyorum. :)</div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-29883330800863148222014-04-26T00:50:00.000+03:002014-05-01T23:44:17.062+03:00Seyfettin Efendi ve Esrarengiz Hikayeleri<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqZH5xRoIobHk14JlqfU1BBH6oxCX63qA_p3sBWjCXh0B44K63iPd1PkT76ZqteNNXlerUv__uoz3fNuXlzsGirMN22L3YtXVEtVg1DjA0ooDBcYuMzEviBXlWxuIQ3yoyRJUwNx9SWUo/s1600/EH01.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqZH5xRoIobHk14JlqfU1BBH6oxCX63qA_p3sBWjCXh0B44K63iPd1PkT76ZqteNNXlerUv__uoz3fNuXlzsGirMN22L3YtXVEtVg1DjA0ooDBcYuMzEviBXlWxuIQ3yoyRJUwNx9SWUo/s1600/EH01.jpg" height="640" width="433" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqZH5xRoIobHk14JlqfU1BBH6oxCX63qA_p3sBWjCXh0B44K63iPd1PkT76ZqteNNXlerUv__uoz3fNuXlzsGirMN22L3YtXVEtVg1DjA0ooDBcYuMzEviBXlWxuIQ3yoyRJUwNx9SWUo/s1600/EH01.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"></a>Çok değil, 5-6 ay kadar önce heyecan içinde okuduğum bir çizgiromandan bahsetmiştim burada, Seyfettin Efendi'nin yayınlanmış ilk çizgiromanı <a href="http://paganincesmesi.blogspot.com.tr/2013/11/seyfettin-efendi-ve-olaganustu.html">"Yeditepe Canavarı"</a>. Devrim Kunter tarafından yaratılmış Osmanlı dönemi detektifleri Seyfettin Efendi ve arkadaşlarının ilk macerası, eski İstanbul sokaklarında süprizlerle dolu bir koşuşturmaya çekiyordu bizi. İlk hikayenin sonu yeni çizgiromanların geleceğini müjdeler cinstendi, Seyfettin Efendi'nin ileriki maceralarıyla ilgili verdiği bir tüyo ile sonlanıyordu kitap. Sıradaki hikaye için meraklı bir bekleyiş içine girdik biz de. Kısa bir süre içinde Seyfettin Efendi'nin yeni çizgiromanının çıkacağı haberi geldi. Ve "Seyfettin Efendi ve Esrarengiz Hikayeleri" nisan-mayıs itibariyle raflarda.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a><br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İkinci "Seyfettin Efendi" kitabı, ilkinden farklı olarak uzun tek bir hikaye anlatmıyor, onun yerine 10 kısa öyküden oluşuyor. Bu öykülerden bazıları, basılmadan önce de Seyfettin Efendi'yi takip etmekte olanlar için yabancı gelmeyecektir. Daha önceden gölge e-dergi gibi internet üzerinden yayın yapan dergilerde yayınlanmış bir iki öykü de içeriyor albüm. İlk hikaye "Bir İntahar Vakası" bu tarzda bir hikaye mesela, ki kendisi benim okuduğum ilk Seyfettin efendi hikayesiydi. Ardından kimi tamamen Devrim Kunter tarafından yazılıp çizilmiş, kimi ise farklı yazarlar tarafından yazılıp Devrim Kunter tarafından çizilmiş öyküler geliyor. Seyfettin Efendi'nin Osmanlı'nın son zamanları ve Türkiye'nin ilk yıllarındaki çeşitli maceralarına konuk oluyoruz. Aslında tüm hikayeleri macera olarak adlandırmak da doğru sayılmaz. Taksim'deki Rus müdahalesini anlatan ya da Ab-ı Hayat arayışını konu alan hikayeler bir maceradan çok çözülmeye çalışılan birer sır perdesi kıvamında. Zaten söz konusu karakterimiz bir detektif olunca insan aksiyondan çok gizem, gerilim, polisiye bekliyor. Seyfettin Efendi de bu beklentileri -bir kez daha- fazlasıyla karşılıyor. Bir yandansa bilindik çizgiromanlara selamlarla bezeli hikayeler. "Bir İntihar Vakası" nın Seyfettin Efendi'si Batman'e yakın durarken "Yedi Uyurlar" hikayesi bir Hellboy macerası zenginliği ve fantastikliğinde. Özellikle Kadir Özen tarafından yazılmış "Yedi Uyurlar" ve Sadık Yemni tarafından yazılmış "Schrödinger'in Köpeği" hikayelerinin fantastik yapıları, Seyfettin Efendi'nin illa ki her zaman aynı tonda, aynı atmosferde bir detektiflik öyküsü kıvamında gitmeyeceğini gösteren ipuçları. Hal böyle olunca insan Seyfettin Efendi başka mecralardan tanıdığımız karakterlerle karşılaşır mı diye merak etmeden duramıyor. Mesela Efrasiyab'la, Abdülcanbaz'la ya da kim bilir, belki de Deli Gücük'le (Çizgiroman severlerin en büyük eğlencesidir, farklı yayınlardaki sevdikleri karakterlerin karşılaşması, Süperman'le Örümcek Adam, ya da Martin Mystere ile Nathan Never gibi, o yüzden böyle gereksiz fantazileri hoş görmek lazım).</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kitap olabildiğince dolu dolu, çok hoş ince ayrıntılarla bezenmiş. İlk olarak kendisi de bir yazar olan ve (yanlış bilmiyorsam) Ters Ninja isimli çizgiroman kültürü sitesinin sahibi olan Ege Görgün'ün ön sözüyle başlıyor. Kimi hikayelerin girişinde hikaye için gerekli ön bilgi anlatılmış (Hayat iksiri, Gılgamış destanı, palyaçolar, haşhaşiler gibi). Ara ara da Seyfettin Efendi dönemi reklamları ile renklendirilmiş. En sonda ise farklı çizerlerin Seyfettin Efendi çizimleri mevcut. Benim gibi İstanbul'da yaşamayıp Seyfettin Efendi sergisini gezememiş olanlar için "sergi ayağımıza geliyor". Hikayeler tükenip sondaki çizimlere dalınca bir çizgiromanın daha sonuna gelmiş olmanın hüznü kaplıyor insanı. Tabii ilk çizgiromanın sonunda hikayenin devamının geleceğinin ipuçlarının olması, Seyfettin Efendi ve arkadaşlarının daha sık sık raflarda yerini alacağı umudunu veriyor. Bir yandan ilk kitabı takip eden kronolojik bir hikayeyi, bir yandan da ikinci kitap gibi kolektif çalışmaların devamını merakla bekleyeceğiz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Biraz kişisel dipnot (Okumasanız da olur): Macar bir arkadaşıma yıllar önce yazısız ve enfes olduğundan ötürü Bahadır Baruter'in "Ruhaltı" çizgiromanını hediye etmiştim. Şansa bakın ki o arkadaşımın bir arkadaşı (Futaki Attila) Macar bir çizgiromancıymış; o da bana çizerinden imzalı (ne yazık ki Macarca, ama olsun) bir çizgiroman getirmişti. Yazılarını okuyamasam da (google translate var, neden okuyamıyorsun. Otur, 2-3 günde çevirirsin tamamını, tembel adam) arada sırada açıp çizimlerini karıştırdığım, benim en değerli çizgiromanlarımdan biridir kendisi. Sevgili Devrim Kunter'in, imzalayarak gönderdiği "Seyfettin Efendi ve Esrarangiz Hikayeleri" yaratıcısı tarafından imzalanmış aldığım ikinci çizgiroman oldu. Tabii bu sefer dilini bildiğim ve ilgiyle takip ettiğim bir karakterin çizgiromanı olunca benim için çok daha kıymetli bir çizgiroman oldu, okurken sayfalarını açmaya bile kıyamadım resmen. Kendisine bu güzel jesti için ne kadar teşekkür etsem az.</div>
<!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F3.bp.blogspot.com%2F-ETMGrOV6X84%2FUzWneIk19iI%2FAAAAAAAAATM%2Fw78rwj9swlY%2Fs1600%2FEH01.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqZH5xRoIobHk14JlqfU1BBH6oxCX63qA_p3sBWjCXh0B44K63iPd1PkT76ZqteNNXlerUv__uoz3fNuXlzsGirMN22L3YtXVEtVg1DjA0ooDBcYuMzEviBXlWxuIQ3yoyRJUwNx9SWUo/s1600/EH01.jpg" -->M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-55177907166439579922014-04-05T23:58:00.000+03:002014-04-06T10:52:58.852+03:00Rama Serisi - Arthur C. Clarke<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.gadgetfreak.gr/wp-content/uploads/2011/02/rama.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.gadgetfreak.gr/wp-content/uploads/2011/02/rama.jpg" height="362" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Arthur C. Clarke'dan heyecanla bir serinin daha sonuna geldim. Daha önceden <a href="http://paganincesmesi.blogspot.com.tr/2012/08/bir-uzay-efsanesi-arthur-c-clarke.html">"Bir Uzay Efsanesi"</a> serisi ve <a href="http://paganincesmesi.blogspot.com.tr/2013/10/cennetin-cesmeleri-arthur-c-clarke.html">"Cennetin Çeşmeleri"</a> kitabını okumuş ve buradan kitapların beni ne kadar etkilemiş olduklarını paylaşmıştım. Clarke, bilim kurgu söz konusu olduğu zaman beni en çok heyecanlandıran isimlerden bir tanesi. Şimdiye kadar okuduğum kitaplardan gördüğüm kadarıyla bilim kurgu, çok hassas dengeler üzerine kurulu bir edebiyat türü. Güçlü bir bilimsel altyapı, sağlam bir hayal gücü, iyi kurgulanmış karakterler ve sürükleyici bir hikaye... Clarke'ın hikayeleri çoğunlukla bu kıstasların büyük kısmında en üst seviyede oluyor, belki sürükleyicilik hariç. Hikayeler genelde o kadar bilimsel, belgeselimsi oluyorlar ki bilimsel ayrıntıların içinde dolaşırken hikaye çok fazla ilerlemiyor. Her ne kadar kurgu okuyucuyu (özellikle de bilim kurguya meraklı bir okuyucuyu) kitaba sıkı sıkıya bağlıyorsa da hikaye bazen çok yavaş ilerleyebiliyor.<br />
<br />
<a name='more'></a><br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/proxy/AVvXsEjMFWLhYTv1hHOKVxpmBRh-0imHp2HS9HdasqVkvhltq4MJd-_Y3-IhiZQsPG8X6HWlqoS3mFfZp_9xjf81kzohXXXaHQgEVZQnNjNH-fnJQWEgxkh67N7AEPAZSrAGXcfMlkery3UQ0mbGXL62BzXwYQmg7xjS2ITYuhk=" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/e/e1/Rama_copy.jpg" height="400" width="265" /></a><a href="http://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/e/e1/Rama_copy.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><br /></a>Rama serisi, Clarke'ın en bilinen, en çok sevilen serilerinden bir tanesi. Yıl 2130 olmuştur. 2000'li yıllarda astoronomi konusundaki bazı gelişmeler ileri düzey teleskopları zorunlu kılmıştır. Bu teleskoplardan bir tanesi Güneş sistemine yaklaşmakta olan bir gök cismi tespit eder. "Yunan ve Roma mitolojisi tükendiğinden dolayı" yeni tespit edilen gök cismine son zamanların popüler yaklaşımı olarak Hindu mitolojisinden bir tanrının ismi verilir: Rama. Rama, Jüpiter yakınlarından dünyaya doğru yöneldiği zaman kesin olarak tespit edilmiştir. Bir gök cismi değil, düzgün yüzeylere sahip, geometrik bir cisimdir Rama. Yani nam-ı diğer doğal değil, bir mühendislik ürünüdür. Nam-ı diğer evrende yalnız olup olmadığımız sorusu cevaplanmıştır. Evrenin bir yerlerinde bizden başka bilinç geliştirmiş canlılar da vardır. Rama'yı incelemek, analiz etmek, amacını öğrenmek, belki de ilk teması gerçekleştirmek üzere bir grup astronot ve bilim adamı görevlendirilir. Serinin ilk kitabı, benim için açık ara en iyisiydi. Clarke, Poe'nun "en büyük korku bilinmeyen korkusudur" düsturunu bilim kurguya uyarlıyordu. Rama içinde olaylar yavaş yavaş gelişiyor ve her olayla yeni sorular ortaya çıkıyordu. Rama'nın ve içindeki sistemlerin kimler tarafından ne amaçla yapıldığı ve neden Dünya'nın yakınından geçen bir yörüngede ilerlediği sorularının etrafında döndü, dolaştı. Cevaplar verme yolunda bazı gelişmeler oldu ama her gelişme yeni sorular getirdi. Kumandan Norton ve ekibini merak içinde takip ettik.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
Rama serisini aslında 2 parça halinde düşünmek mümkün: İlk kitap ve geriye kalanlar. Teknik açıdan da bu ayrım doğru olur; ilk kitap Clarke'ın kitabıyken ikinciden dördüncüye kadar kitaplar Clarke ve Gentry Lee'nin ortak çalışmalarının ürünü. Arthur C. Clarke'ın Rama'nın devamını yazmaya, özellikle başka bir yazarla birlikte çalışmaya hiç niyeti yokmuş. Fakat kendisine tanıştırılan adam, Mars projesinin Görev Planlama Müdürü ve Galileo projesinin başmühendisi olunca işler değişmiş. Birlikte ikinci kitabı yazmaya girişmişler ve bu ortak çalışma 3 kitaplık bir seriye dönüşmüş.</div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yıl: 2200. Birinci Rama buluşması Dünya'da köklü değişikliklere neden olmuştur. Sırf evrende kendilerinden başka akıllı canlıların olduğunu bilmek bile insanoğlunu pek çok açıdan değiştirmiştir. İkinci bir Rama uzay aracı tespit edilmiştir ve yörünge tekrardan Dünya yakınlarından geçmektedir. İkinci Rama ile buluşma ya da Rama ile ikinci buluşma için insanoğlunun hazırlanmak için bu sefer vakti vardır. İlk seferin tüm verileri incelenir, tüm dünyadan en üst düzey bilim adamları ve astronotlardan oluşan bir ekip kurulur. Rama az çok tanındığından bu sefer insanlar daha hızlı olabileceklerdir ve dolayısıyla daha çok bilgi toplayabilecektir. En azından umut edilen budur. İkinci kitabın birincisine göre en büyük farklılığı artık tüm karakterlerin, Clarke'ın kitaplarından alıştığımız üzere iyi, ahlaklı, ideal, üst düzey karakterler olmaması. Hikayeye 2. kitap ile gerek arada kalmış, gerekse de kötü niyetli bol bol karakter ekleniyor. Hal böyle olunca insanlarla, insan ilişkileriyle ilgili daha çok detay işleniyor hikayeye. Bu kitabın "bilimsel sıkıcılığı" nı başka boyutlarla
(entrika, gerilim, çapraşık ilişkiler...)
seyreltiyor. Kimileri için olumlu bir gelişme bu, kitabı daha sürükleyici bir hale sokuyor (ve sanırım "herkesin mükemmel olduğu bir dünya da olmaz ama arkadaş" diye düşünenlere yarıyor). Öte yandan bilimsel ayrıntıları azaltarak benim gibi bir kısım okuyucuyu da hikayeden soğutuyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://25.media.tumblr.com/tumblr_mcct7uD8sg1rbu729o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://25.media.tumblr.com/tumblr_mcct7uD8sg1rbu729o1_1280.jpg" height="362" width="400" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İkinci kitabın sonları ile başlayarak 4. kitabın sonuna kadar ise bambaşka bir hikaye anlatılıyor. Bir nevi uzay operası tadında, farklı farklı uzaylı ırklarla tanışıyoruz. Artık önceden sorulmuş soruların cevaplarını merakla beklemek yerine hikaye bizi nereye götürecek onun merakıyla sürükleniyoruz. Bilimsel ayrıntılar, hayal gücünün ürünleri sık sık gösteriyor kendini yine. Ama yazar bilimin yanında karakterleri üzerinden din, felsefe, sosyoloji gibi farklı konularda da sorgulamalar yapıp fikirlerini açıyor okuyucuya. Hele son kitabın sonuna geldiğimizde, artık hikayenin gideceği daha fazla bir yer kalmayınca Clarke resmen hikayeyi dondurarak bilim, din, varoluş, evren, zaman ve benzeri pek çok konularda düşüncelerini yazıyor. Hikayeden tamamen soyutlansa felsefi bir deneme kitabı çıkartacak kadar çok fikir atıyor ortaya ve öyle bitiriyor seriyi.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
-Benim gibi- özellikle Clarke'ın kitaplarını sevenlerin özellikle ilk kitabına, bilim kurgu severlerin ise tamamına bir şans vermesi gereken, az bulunur başarıda bir seri Rama serisi. Kaçırılmaması gereken türden.</div>
<!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2Fupload.wikimedia.org%2Fwikipedia%2Fen%2Fe%2Fe1%2FRama_copy.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://blogger.googleusercontent.com/img/proxy/AVvXsEjMFWLhYTv1hHOKVxpmBRh-0imHp2HS9HdasqVkvhltq4MJd-_Y3-IhiZQsPG8X6HWlqoS3mFfZp_9xjf81kzohXXXaHQgEVZQnNjNH-fnJQWEgxkh67N7AEPAZSrAGXcfMlkery3UQ0mbGXL62BzXwYQmg7xjS2ITYuhk=" -->M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-56917051261897456272014-03-16T18:12:00.000+02:002014-03-16T18:12:45.423+02:00Şarkılarla İstanbul<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjAOUQIe4mDn-1jqKDodY252FNb7kkavx0fzErhrPqV64GzLyiVPTQXdKu8BB0uFnBLYYwo1mho_d5XpQkh2YdkQQ2pRFaN3wt3hBdj5tPsfn5Y1lvFQ66jubRq_5HROhyphenhyphenHInxx-sh7jyA/s1600/image0-14.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjAOUQIe4mDn-1jqKDodY252FNb7kkavx0fzErhrPqV64GzLyiVPTQXdKu8BB0uFnBLYYwo1mho_d5XpQkh2YdkQQ2pRFaN3wt3hBdj5tPsfn5Y1lvFQ66jubRq_5HROhyphenhyphenHInxx-sh7jyA/s1600/image0-14.jpg" height="395" width="640" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br />
Biz Ankara’da doğmuş, büyümüş çocuklarız. Ankara her ‘an’ımıza,
her ‘anı’mıza, duygularımıza, düşüncelerimize, yaşam tarzımıza sirayet etmiş
durumda. Her fırsatta da dile getiririz bunu; Ankara ne zaman şöyle ya da böyle
filmlerde, şarkılarda, haberlerde gündeme gelse saçma bir şekilde sevinir,
gururlanırız. Deniz kenarı şehirlerden gelenler dostlarımız, İzmirliler,
Antalyalılar, bilhassa da İstanbullular (aslında en temelde İzmirliler)
sevmezler Ankara’yı; “denizi olmayan şehir mi olur?” derler. Onlara içten içe
hak veririz -denizi olan şehirleri biz de çok severiz- ama asla kabul etmeyiz
Ankara’yı içinde denizi olmadığı için sevmemeyi. Eh, hal böyle olunca İstanbul
ile ilgili 1-2 cümle karalayınca yazılanlar “bir Ankaralının gözünden İstanbul”
oluyor. Biz Ankaralılar da İstanbul’u çok severiz; bulduğumuz fırsatlarda
İstanbul’u gezmeye gider, yabancı arkadaşlarımıza İstanbul’u överiz. Taksim de
dolanır, Kadıköy’e geldiğimizde “işte İstanbul’daki Ankara burası” deriz. Ama
sonuç olarak bizim için yaşam Ankara’dır; İstanbul’a arada sırada gidip gezmesi
güzeldir. İstanbul’un keşmekeşi yoruyordur bizi, bu kadar karışıklık bize göre
değildir.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Bir zamanlar “<a href="http://paganincesmesi.blogspot.com.tr/2012/11/cizgilerle-istanbul.html">Çizgilerle İstanbul</a>” adı altında İstanbul’da
geçen, İstanbul’u bir fon olmanın yanında bir karakter olarak kullanan 1-2
çizgiromandan bahsetmiştim. O başlıkta İstanbul’un Türkiye’nin sanatsal
dünyasına derinden işlediğini; ister edebiyat olsun, ister sinema, ister müzik
ya da başka mecralar, kültürel öğelerin çok büyük bir kısmına İstanbul’un
bulaştığı fikrimi paylaşmıştım. O zamandan beri İstanbul’u anlatan çok
beğendiğim şarkılar daha bir dikkatimi çeker oldu. Tabii “İstanbul’u anlatan
şarkılar” isminde bir liste yapmak çok da mümkün değil, her birimizin bir
oturuşta sayabileceği en az 100-150 tane içinde İstanbul geçen çok güzel, çok
sevdiği şarkılar vardır. Hele ki “İstanbul Hatırası – Köprüyü Geçmek” isminde
enfes bir belgesel İstanbul’u müzik üzerinden anlatmışken beyhude bir çaba
olurdu benimkisi. Benim niyetim yalnızca kimisinin çok fazla bilinmediğini
düşündüğüm, İstanbul’u güzel bir şekilde anlatan şarkılardan bir kuplesini
derlemek, paylaşmak.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; line-height: 150%; mso-ansi-language: TR; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-bidi-language: AR-SA; mso-bidi-theme-font: minor-bidi; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-fareast-language: EN-US; mso-fareast-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">ARANOT: Yazı sanırım biraz uzun oldu, o yüzden
paylaşmak istediğim şarkıların en alta bağlantılarıyla birlikte bir listesini
koydum. </span>
<br />
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; line-height: 150%; mso-ansi-language: TR; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-bidi-language: AR-SA; mso-bidi-theme-font: minor-bidi; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-fareast-language: EN-US; mso-fareast-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;"></span><br />
<a name='more'></a><span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; line-height: 150%; mso-ansi-language: TR; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-bidi-language: AR-SA; mso-bidi-theme-font: minor-bidi; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-fareast-language: EN-US; mso-fareast-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; line-height: 150%; mso-ansi-language: TR; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-bidi-language: AR-SA; mso-bidi-theme-font: minor-bidi; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-fareast-language: EN-US; mso-fareast-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/IPPhaAJ5PR0?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=FlDrhTePGEo">“Cihangir”</a> isimli şarkıyla İstanbul’un gece gündüz hiç
bitmeyen, daima hareketli, hipnotik yaşantısına bir giriş yaparak açılır Wax
Poetic’in “İstanbul” albümü. Bir ses sürekli “mavidir her yer” diye
tekrarlamaktadır arka planda; ama bu mavi insana (Karadeniz’inki gibi) denizin,
gökyüzünün mavisini hatırlatmaz. Daha çok arafın rengi olabilecek, griye çalan
bir mavi tonu canlanır benim gözümde, gecesi gündüzüne karışmış İstanbul’un
rengidir sayıklanan. Hele ki ilerleyen aşamalarda arka planda duyulan
“uyurgezer” sayıklamaları iyice pekiştirir bu düşünceyi. Gündüzün sona ermeyi
başaramadığı bir gecede İstanbul’dayızdır. Ardından Nil Karaibrahimgil’in eşlik
ettiği “Hoppala” ise –biraz da “Cihangir” şarkısının ardından gelmesi
nedeniyle- İstanbul’da yeni hareketli bir sabaha uyanma çabası gibidir.
“Uyandığımı sandım, İstanbul’daydım” der Nil bize, ardından da İlhan Erşahin’in
saksafonu girer devreye. Wax Poetic’in İstanbul’u bu kadar güzel
anlatabilmesinin temel nedenlerinden biridir İlhan Erşahin; saksafonu sürekli
boğazdan geçen vapurları anımsatır. “Hoppala” da hafif hafif, arka planda
duyduğumuz vapur sesleri, <a href="http://www.youtube.com/watch?v=CCzEEaYLZm8">“Morning Prayer”</a> şarkısında solist olmuşlardır. Artık
uyanmış, boğaz kenarında bir simitçide kahvaltı yapıyoruzdur. Bir önceki
gecenin mahmurluğu üstümüzdedir hala, ama İstanbul’da yeni bir gün bizi
beklemektedir ve uyanmamız gerekmektedir. Ve ardından İstanbul’da gezmeye
başlarız. Ara ara tanıdık sesler gelir kulağa; kimi zaman Gökhan Özoğuz
(Athena) ile Murat Toktaş (Siya siyabend)’ın sohbetlerine denk geliriz, kiminde
Demet Evgar’a, Nil Karaibrahimgil’e ya da Dilara Sakpınar (123)’a. Yavaş yavaş gece
gelir, ama gün bitmez. “Cihangir” şarkısının farklı bir yorumu ile başka bir
gecede hayat İstanbul’da devam etmektedir. </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; line-height: 150%; mso-ansi-language: TR; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-bidi-language: AR-SA; mso-bidi-theme-font: minor-bidi; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-fareast-language: EN-US; mso-fareast-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<div class="MsoNormal">
Tabii herkes için karmaşayla, koşuşturmayla dolu bir şehir
değildir İstanbul. Kimisi için de nostalji, sükut, huzurdur. Bir ruh dinginliğine
çağırır İncesaz bizi “İstanbul’a Dair” isimli albümünde. İncesaz’ın tamamen
müzikal, sözsüz iki albümünden ikincisidir “İstanbul’a Dair”. <a href="http://www.youtube.com/watch?v=khW9kKOzcS8">“Akşamın Renkleri”</a> isminde, hafif hüzünlü, nostaljik bir şarkı ile karşılar bizi. Gün
batımında yaşlı bir İstanbullu eski günlerini anlatıyordur. Albüm bu hüzünlü,
sakin tonunu sonuna kadar da sürdürür. Zaman zaman <a href="http://www.youtube.com/watch?v=eWiPcOs6W1s">“Sarnıç Sokak”</a> , <a href="http://www.youtube.com/watch?v=3PfrLxXnBWc">“SekizOnbeş Treni”</a> ya da <a href="http://www.youtube.com/watch?v=2-OZlhGqTWc">“Bayram”</a> gibi şarkılarda bir neşe, <a href="http://www.youtube.com/watch?v=Psll700hpaM">“Balıkçılar”</a> , <a href="http://www.youtube.com/watch?v=-lIWrhdVSoI">“Sırma”</a>
gibi şarkılarda hafif bir heyecan eşlik eder müziğe. </div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İncesaz’ınkine yakın bir sakinlik, Flört’ün ilk albümündeki
“İstanbul” şarkısında da vardır.<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>Yeşilçam filmleri görüntüleriyle bezeli klibinde sokak sokak dolaştırır
bizi İstanbul’da Flört. Sokaklarda yaşanan ve kaybedilen bir aşkı anlatmaktadır
şarkı; ancak bizlere değil, İstanbul’a. “Neden, İstanbul, onu aldın benden?”
diye sormaktadır şarkıda, eski Türk filmi görüntüleriyle de birleşince İstanbul’a
gelip İstanbullu olan, gözü açılan sevgili canlanır insanın gözünde. Adamı
yutar İstanbul.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/5JaW8dN22pc?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İstanbul’a yakaran bir Flört değildir. Bir de Aziz Nesin’in
kaleminden Yaşar Yaşamaz vardır İstanbul’a yakaran. “İstanbul dedik de özendik
geldik / Kaldırım taşına uzandık kaldık / Canımızı verdik, az çok kazandık /
Onu da elimizden aldın İstanbul” der Yaşar Yaşamaz, ve “Yaşar ne yaşar, ne
yaşamaz” kitabında başından geçenleri anlatır. Aziz Nesin’in bu cümleleri,
Nadir Göktürk’e de ilham olmuştur ve Ezginin Günlüğü’nün <a href="http://www.youtube.com/watch?v=gv22ee7IfNw">“İstanbul”</a> şarkısı
doğar. Resmen Aziz Nesin’in kitabında birkaç satırını okuduğumuz şarkının
tamamını yazmıştır Nadir Göktürk. Büyük şehirdir İstanbul, karmaşıktır. “Adamı
yutuverir”, hiç acımaz. Ezginin Günlüğü’nün şarkısını dinlerken, “… Hani taş
toprağın altın İstanbul?” diye sordukça eski Türk filmlerindeki Halit Akçatepe
ya da Kemal Sunal canlanır insanın gözünde. Erkan Oğur’un sesinden <a href="http://www.youtube.com/watch?v=yvkgq_0IqvQ">“Neden Geldim İstanbul’a?”</a> yı dinleme dürtüsü doğurur şarkı. Herkese karşı cömert
değildir İstanbul, gözü açık değilse insan, kayboluverir. “Ne kadar kalleşsin ah
dünyam, tutmuş sana aşık olmuşum. Ama olsun, aldat beni ölene kadar” diye
seslenir Peyk İstanbul’a, <a href="http://www.youtube.com/watch?v=fthLynCM9-Y">“İstanbul”</a> isimli şarkısında.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İnsanların İstanbul’la alıp veremedikleri olması çok
şaşılacak bir durum değil, ama bazıları da uyum içindedir şehirle. Bazı sanatçılar,
şehirle çatışmaların dışına çıkarak şehirle ahenkli bir tarzı tercih ederler.
Bunun en güzel örneklerinden birisi Birsen Tezer’in <a href="http://www.youtube.com/watch?v=-pXescMPrcU">“İstanbul”</a> şarkısıdır.
Vapurda oturmuş bir yandan martıları, bir yandan boğazı, bir yandan da boğazdan
enfes İstanbul manzarasını izlemenin hissiyatını verir şarkı “Beş dakikada bir
motorunun acelesine inat / Biniyorum meçhule, ardımda martılar telaş…” şeklinde
giden şarkıda. Martı ve boğazın tınılarıyla bezeli bir başka enfes şarkı ise
çok sevilen “Üsküdar’a Gideriken” melodisini kullanarak Mercan Dede’nin yaptığı
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=y2pluscLvos">“İstanbul”</a> şarkısıdır. Sakin, durağan bir ritim eşliğinde akan şarkıda Ceza anlatır
“mahşeri şehir” İstanbul’u. Bu şarkının hemen üstüne de Light in Babylon’un
Hinech Yafa ile birlikte İstanbul’da (büyük ihtimalle İstiklal’de) sokak müziği
olarak kaydettiği “İstanbul” şarkısı da ne güzel gider. Ne güzel, duru bir
sestir Hinech Yafa’nınki. “Ve İstanbul – Titriyor. Bak, ben korkmuyorum.
Doğruyu söylüyorum, korkmak zorunda değilim. Ama sana hala aşığım” diye bitirir
enfes şarkısını.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/aKJvbTEnp0I?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Dedik ya, mahşeri bir şehir İstanbul. Kimisi de o
kalabalığını, karmaşasını hisseder/hissettirir şarkılarında. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Mesela Sertab Erener yıllardır yaptığı –tek ve
en güzel- şarkı olan <a href="http://www.youtube.com/watch?v=bgNjGXnkCPA">“İstanbul”</a> da “… hepsi aynı kazanda kaynıyor İstanbul’da”
diyerek anlatır İstanbul’un çok yüzlerini. Fatih Akın’ın eşsiz belgeseli “İstanbul
Hatırası – Köprüyü Geçmek” de de Duman’ın gözünden dinleriz İstanbul’u, <a href="http://www.youtube.com/watch?v=qpMSDtzbRMs">“İstanbul”</a>
isimli şarkıda. “… bu şehir kanımızı emer, bu şehir için ölmeye değer…”<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>yeterince açıklayıcıdır aslında,
İstanbulluların İstanbul’la olan ilişkisini anlatmak açısından. Şehre yönelik
Dumanvari başka bir rock yorumu da saykodelik Rock grubu “Dinar Bandosu” ndan
gelmiştir. <a href="http://www.youtube.com/watch?v=PtHtqvh24Aw">“En Güzel Kadın İstanbul”</a> şarkılarında “Belanı arıyorsan tam yerine
geldin, kendini arıyorsan tam yerine geldin…” diyerek anlatır İstanbullu olmayı.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Gönül isterdi ki son olarak İhtiyaç Molası’nın sözsüz “İstanbul”
isimli şarkısıyla bitireyim bu yazıyı. Çok sevdiğim, çok başarılı bulduğum bu
parçayı ne yazık ki internette bulamadım. Bulabilenler için İhtiyaç Molası’nın
ilk albümü “Milad” ın en güzel parçalarından bir tanesidir “İstanbul”. Finali
içeriden bir sesle yapamıyorsak biz de dışarıdan bir bakışla bitirelim. Dünya
çapında bilinen “İstanbul is not Konstantinopole” şarkısının They Might Be
Giants isimli grubun yorumu, tam olarak “bizi hala fesli develere binen
insanlar sanıyorlar” yargısını destekleyen klibi ile birlikte. “Eğer Konstantinopolis’te
bir randevun varsa o seni İstanbul’da bekliyor olacak”.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/vsQrKZcYtqg?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Yazıda ismi geçen şarkılar:</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Wax Poetic -
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=FlDrhTePGEo">Cihangir</a>
,
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=IPPhaAJ5PR0">Hoppala</a>
,
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=CCzEEaYLZm8">Morning Prayer</a>
, <a href="http://www.youtube.com/watch?v=agQuPPtYAsY">Cihangir (Brenna Green Remix)</a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
İncesaz -
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=khW9kKOzcS8">Akşamın Renkleri</a> , <a href="http://www.youtube.com/watch?v=eWiPcOs6W1s">Sarnıç Sokak</a> , <a href="http://www.youtube.com/watch?v=3PfrLxXnBWc">SekizOnbeş Treni</a> , <a href="http://www.youtube.com/watch?v=2-OZlhGqTWc">Bayram</a> , <a href="http://www.youtube.com/watch?v=Psll700hpaM">Balıkçılar</a> , <a href="http://www.youtube.com/watch?v=-lIWrhdVSoI">Sırma</a>
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Flört - <a href="http://www.youtube.com/watch?v=37UlDsvapb4">İstanbul</a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Ezginin Günlüğü -
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=gv22ee7IfNw">İstanbul</a> ("Çeyrek" Albümünden Mirkelam yorumu - <a href="http://www.youtube.com/watch?v=I4nyyMd8UZg">İstanbul</a>)</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Erkan Oğur -
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=yvkgq_0IqvQ">Neden Geldim İstanbul’a?</a>
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Peyk -
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=fthLynCM9-Y">İstanbul</a>
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Birsen Tezer -
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=-pXescMPrcU">İstanbul</a>
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Mercan Dede -
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=y2pluscLvos">İstanbul</a>
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Light in Babylon &
Hinech Yafa - <a href="http://www.youtube.com/watch?v=aKJvbTEnp0I">İstanbul</a> - <a href="http://www.lightinbabylon.com/tk/songs/istanbul-from-the-album-istanbul/">şarkı sözleri</a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Sertab Erener -
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=bgNjGXnkCPA">İstanbul</a>
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Duman -
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=qpMSDtzbRMs">İstanbul</a>
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Dinar Bandosu -
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=PtHtqvh24Aw">En Güzel Kadın İstanbul</a>
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
They Might be Giants - <a href="http://www.youtube.com/watch?v=vsQrKZcYtqg">İstanbul (not Constantinopole)</a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Yazıda ismi geçemeyen şarkılar:</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
İlhan Erşahin & Eric Truffaz - <a href="http://www.youtube.com/watch?v=A6-ZWukGCtg">Bosphorus</a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Dizzi Man's Band - <a href="http://www.youtube.com/watch?v=qomHuu8kOds">Turkey Turkey</a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
ve daha niceleri...</div>
</div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-17580710446915080232014-02-16T23:11:00.000+02:002014-03-02T21:07:56.779+02:00Uzay Yolları Taşlı - Bubituzak<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.bantmag.com/magazine/uploads/bubituzak-anagorsel.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.bantmag.com/magazine/uploads/bubituzak-anagorsel.jpg" height="256" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Bubituzak'ın ilk albümü "Uzay Yolları Taşlı" yaklaşık 1 ay kadar önce çıktı. Zaten son zamanlarda canlı kayıtları bol bol dönmeye başlamıştı nette. Özellikle (albümde ismi "Kim Kime Kim" olan) "Kulaç" şarkıları da "bir Karnaval radyosu" olan Zeplin'de (çeşmeye reklam almaya başladık artık, başka türlü kiraları ödeyemiyoruz ... şaka şaka, yok öyle bir şey) sık sık çalınıyordu. Ardından geçen yılın sonları, bu yılın başları gibi <a href="http://vimeo.com/81881687#at=0">albüm tanıtım videosunu </a>paylaştılar sitelerinden. Daha önceden sadece netten 1-2 şarkılarını dinleyebilmiş, İstanbullu olmayan ve dolayısıyla ilk albümü henüz hazırlık aşamasında grupları internet haricinde dinleme şansı çok olmayan bir Ankaralı olarak "Uzay Yolları Taşlı" sevdiğim-seveceğim bir albüm tadı veriyordu tanıtımında. Hani <a href="http://paganincesmesi.blogspot.com.tr/2013/12/ayyuka-kirac-odalar.html">Ayyuka'nın ilk albümündeki </a>gibi bir müzik, yine benzer bir tatta, aşk, meşk, yalnızlık falan filan anlatmayan sözler (o türden şarkılar da kendi içlerinde, bazı şarkıcıların dilinde güzeller şimdi, haksızlık olmasın), felsefi, yoğun anlamlar içerme peşinde koşmayan görseller (bknz. hemen altta albüm kapağı)...</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a><br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/proxy/AVvXsEiCQ-kuIqYzYK5tCD6itJPkTeX7HUUomua0qzF5vHzwTdBFhE_TAy6xMhh6VWN7cHax8lxQsGu0g8pA5Pa5CG2Rv5m_ZnOTWt8vxeod9hG_lp3tSc_OvBX_DX5K-yo4ynEcfMd96MflFiLSrBw=" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://www.pasajmuzik.com/r/121497118875.jpg" height="200" width="200" /></a><a href="http://www.pasajmuzik.com/r/121497118875.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><br /></a>Bubituzak aslında rock müzik sevenlerin yakından-uzaktan tanıyor olabileceği isimlerden kurulu bir grup. 3'te 2 Çilekeş'i oluşturan isimler ilk olarak. Hele ki Görkem Karabudak Çilekeş'te, Kara Orkestra'da, Yasemin Mori ile birlikte bol bol dinlediğimiz bir isim. Dolayısıyla Bubituzak -her ne kadar 2011'de kurulmuş ve ilk albümlerini yayınlamışlar gibi gözükse de- tam olarak yeni kurulmuş bir grup sayılmaz. Daha çok birkaç sanatçının bir aradaki yeni bir grup projesi olarak değerlendirmek daha doğru. Demek istediğim o ki ortada kendini genel dinleyiciye tanıtmaya, sevdirmeye, kabul ettirmeye çalışan değil yaptıkları müziği beğenecek insanlara yönelik çalışan bir grup (zamanının "Kim Bunlar" grubunun tutunabilmek, tanınabilmek için nasıl popüler şarkılar/türkülerden oluşan bir ilk albümle çıkış yapmak zorunda kaldıklarının hikayesini nette bulabilirsiniz). Evde kendi kendine dinleyip, saçma sapan hareketlerle eşlik edersin ama sabah sıra arkadaşına tavsiye edemeyeceğini bilirsin (kübik arkadaşın diyecektim de elim varmadı o şekilde yazmaya).</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/7D8PZXkd9WA?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
11 şarkılık bir albüm "Uzay Yolları Taşlı". Şarkı sözleri bir zamanlar "ne diyor be bunlar" denecek, günümüzde "adamlar neyin kafasını yaşıyor lan" şeklinde betimlenecek tatta. Sağda solda en sık çalınan şarkıları "Kulaç - Kim Kimi Kim" 'göz görse bile her şeyi, göremezdi asla kendini' diyor mesela. Ya da albüme ismini veren "Uzay Yolları Taşlı", X-Files'dan tanıdık gelecek uzaylı ziyareti hikayesi anlatıyor, önce 'bir gece rüyama daldılar, zihnime misafir oldular...' derken 'uzay içinde bir uzayda aydınlandım' diyerek nakarata giriyor. Benzer şekilde "Talebe" şarkısında '...sınırsız bir zamanda yok oldum, bir olduk sonsuzluğa doğduk... ah uzay, aşık oldum bu karanlığa... ışık oldum yıldızlara...' şeklinde dolanıyor uzayın derinliklerinde. Bir nevi eski usul bilimkurgu tadı hissettiriyor bu şarkılar; ama Clarke tipi bilimsel bilimkurgu değil, "Uzay Yolu" ya da "Flash Gordon" tadında fantastik bilimkurgu. Bir başka örnekle, "Mühür" ün açılış müziği pekala Captan Kirk ile Mister Spock'ın bir gezegende uzaylılar tarafından kıstırıldıkları bir sahnenin müziği olabilir tatta. Albümün ilk klibi ise müzik bakımından biraz daha sakin, biraz daha 90'lar kaliteli pop şarkılarını anımsatan melodiler içeren (hangisi diye sorsan şu diyebileceğim bir şarkı yok tabii, hissiyat sadece) bir şarkı olaraktan "Tayyare" ye çekildi. Hepimizin çevresinde birkaç tane bulunan biraz saf, biraz şaşkın, rüzgar yönünde savrulan insanları anlatıyor şarkı (ben öyle bir anlam çıkardım). Tam "aha bizim Hüseyin" ya da "lan beni anlatıyor bu şarkı?" diyeceğiniz türden: 'Rüzgar nerden estiyse böyle rotan karışmış kalmış öyle, kördüğüm olmuş. Pervanesi küçük tayyare, dengen bozulmuş ve boşluğa saplanmışsın...'</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/eFNpYCprVtw?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
Bubituzak'ın Tophane Rıhtım Stüdyosu'ndaki <a href="http://vimeo.com/87949946">kayıtları</a>.</div>
<!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2Fwww.pasajmuzik.com%2Fr%2F121497118875.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://blogger.googleusercontent.com/img/proxy/AVvXsEiCQ-kuIqYzYK5tCD6itJPkTeX7HUUomua0qzF5vHzwTdBFhE_TAy6xMhh6VWN7cHax8lxQsGu0g8pA5Pa5CG2Rv5m_ZnOTWt8vxeod9hG_lp3tSc_OvBX_DX5K-yo4ynEcfMd96MflFiLSrBw=" -->M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-70655554243786961732014-01-26T02:05:00.000+02:002014-01-26T02:06:51.012+02:00Barış Manço'dan Müzikal Ziyafet<div style="text-align: justify;">
Barış Manço ne sıklıkla aklınıza geliyordur? Belki arada sırada bir radyoda bir şarkısına denk geliyorsunuzdur, ya da Kim Milyoner Olmak İster'de sesli soruda çıkmıştır da orada duymuşsunuzdur. Belki bir şarkıcı yeni albümünde Barış Manço'nun bir şarkısını yorumlamıştır, ya da müziğini kullanmıştır (benim en son bildiğim <a href="http://paganincesmesi.blogspot.com.tr/2012/07/replikas-biz-burada-yok-iken.html">Replikas'ın Biz Burada Yok İken </a>albümünde Ölüm Allahın Emri vardı). Belki bazılarınız çok da sevmezdiniz kendisini. "Gülpembe" güzeldi, "Anlıyorsun Değil mi?" hoştu ama Ayı diye şarkı mı olurmuş? Ya da bazılarınız benim gibidir. Ben çok severim Barış Manço'yu. Kasetli günlerde hemen hemen bütün albümleri vardı, döndürüp döndürüp dinlerdim. Arabayla yolculuğa çıkacağımız zamanlarda bu sefer hangi kasetleri alayım diye bakardım. Hele "Sahibinden İhtiyaçtan" ı bulduğum vakit annemleri bıktırana kadar üst üste dinlemiştim. Tüm albümleri var sanıyordum ama "Nane Limon Kabuğu" nedense hiçbirinde yoktu. Pek çok şarkısı gibi "Nane Limon Kabuğu" da en sevdiğim şarkılarından biriydi, "Sahibinden İhtiyaçtan" ile 4-5 şarkı daha en sevdiğim şarkılardan oluvermişti.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a><br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yakın zamanda sevgili Süheyla, "Türkiye'de Saykodelik Yıllar" kitabının yazarı <a href="http://www.rsfmradio.com/2013_12_18/turkiyenin-ilk-rock-grubunda-rus-piyanist-imzasi/">Güven Erkin Erkal ile yaptığı röpörtajı</a> paylaştı bizimle. Eh, Türkiye'de Saykodelik yıllar deyince akla gelen ilk isimlerden birinin Barış Manço olması su götürmez, zaten kitabın kapağında da Barış Manço, Cem Karaca ve Erkin Koray var. Ben de son zamanlarda, özellikle ders çalışırken Barış Manço'nun sözsüz şarkılarına sardırdım. Daha doğrusu müzik çalarım şarkıları karıştırırken bir tanesi denk geldi, o denk gelmeden beri dönüp dolaşıp yine aynı şarkıları dinliyorum. Paylaşmak güzeldir dedim, buraya da koymaya karar verdim. Her şarkıyla, her seferinde kendisine bir kez daha hayran olmamak elde değil.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlk önce paylaşacağım şarkılar, Barış Manço'nun geleceğe yolculuklarını kapsıyor. Tam ne tür bir düşünceyle bestelenmiş şarkılar emin değilim. Acaba geleceğin bilimkurgusal dünyasını hayal ederek mi besteledi bu 3 şarkıyı, yoksa dünyada müzikteki gelişmeleri takip ederek mi canlandırdı kafasında orasını bilemiyorum. Müziklerde hafif bir uzay yolu havası sezmemek mümkün değil gibi, "ışınla bizi Scotty!" efektleri hissettiriyor kendini ara ara.
Özellikle son şarkı 2025'in başında baya uzaylılarla ilk karşılaşma yer alıyor.
Peki şarkılar kendi içlerinde nasıl ayrıldılar? Neden 2023, 2024 ve 2025? Ya da öylesine denk mi geldi? Şarkıları 1973-1974 ve 1975'te bestelemiş, "bundan yarım yüzyıl sonrası işte" diye düşünmüş olması mümkün mü? </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<object class="BLOGGER-youtube-video" classid="clsid:D27CDB6E-AE6D-11cf-96B8-444553540000" codebase="http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab#version=6,0,40,0" data-thumbnail-src="https://ytimg.googleusercontent.com/vi/DwVF_dz2tbU/0.jpg" height="266" width="320"><param name="movie" value="https://youtube.googleapis.com/v/DwVF_dz2tbU&source=uds" /><param name="bgcolor" value="#FFFFFF" /><param name="allowFullScreen" value="true" /><embed width="320" height="266" src="https://youtube.googleapis.com/v/DwVF_dz2tbU&source=uds" type="application/x-shockwave-flash" allowfullscreen="true"></embed></object></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/WbQGu65A3nk?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/fkOQIgyac2w?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Barış Manço'nun "<a href="http://paganincesmesi.blogspot.com.tr/2011/11/hani-akdenize-dograsalar-beni.html">Lahburger</a>" şarkısından bahsetmiştik daha evvel. O şarkıda Lahmacun ve Hamburger karşılaştırması yapıyor, en sonunda ikisinden de vazgeçemeyerek ironik bir Türkiye portresi çiziyordu. Peki aşağıda yer alan "Hamburger" bu şarkıda Hamburger'in anlatıldığı kısma mı denk düşüyor? İki şarkı arasında bir bağ var mı, kim bilir. Benim ekleyeceğim şu ki "2025 son yolculuk" ve "Hamburger" aynı albümde, "Sözüm Meclisten Dışarı" da yer alıyorlardı (Hatta <a href="http://paganincesmesi.blogspot.com.tr/2011/11/hani-akdenize-dograsalar-beni.html">Cacık da</a> oradaydı). Çocuk aklı, o zamanlar enstrümental şarkılar çok ilgi çekici gelmiyordu bana. Ezberleyip söyleyebileceğim bir nakarata ihtiyacım oluyordu, sırf müzik olunca sanki güftesini yapmaya üşenmiş gibi geliyordu. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<object class="BLOGGER-youtube-video" classid="clsid:D27CDB6E-AE6D-11cf-96B8-444553540000" codebase="http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab#version=6,0,40,0" data-thumbnail-src="https://ytimg.googleusercontent.com/vi/Jj_l2YwNIe8/0.jpg" height="266" width="320"><param name="movie" value="https://youtube.googleapis.com/v/Jj_l2YwNIe8&source=uds" /><param name="bgcolor" value="#FFFFFF" /><param name="allowFullScreen" value="true" /><embed width="320" height="266" src="https://youtube.googleapis.com/v/Jj_l2YwNIe8&source=uds" type="application/x-shockwave-flash" allowfullscreen="true"></embed></object></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Son paylaşacağım şarkıyı büyük ihtimalle hepimiz biliyoruzdur. Barış Manço'nun ölümünün hemen sonrasında o sıralar hazırlamakta olduğu "Mançoloji" albümü tamamlandı ve yayınlandı. Albüm, hayranlarının fikirleriyle belirlediği 2 kasetlik en sevilen şarkılarından oluşuyordu. Albümün yeni olan, bu albüm için bestelenmiş tek şarkısı 2. kasedin son şarkısı "40. yıl" idi. Sanıyorum ki müzik hayatının 40. yılını kutluyordu Barış Manço bu şarkı ile. Bestelediği, hayal ettiği şarkı bu muydu, ömrü yetseydi bu şarkıya söz de yazacak mıydı, yoksa böyle enstrümental olarak mı sunacaktı bize bu kısımlar meçhul. Önemli olanı da zaten bize böyle enfes bir şarkı ile veda etmiş olması.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/msfHvPnPTcg?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-22287434357928608562014-01-01T19:22:00.000+02:002014-01-13T18:36:06.159+02:00Pagan Çeşmesi - 2013 Yılı Filmlerine Bakış<div style="text-align: justify;">
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">2013 yılı sinema açısından nasıl geçti, neler oldu, neler izledik? Bir
arkadaş ortamında sohbet amaçlı gelen bu soru, geriye dönüp 2013 yılında
izlediğimiz filmleri tekrardan değerlendirmemizi, birbirimizin beğendiği
filmler hakkında bilgi sahibi olmamızı sağladı. İşte bizim geçtiğimiz senenin
filmlerine ilişkin bu fikirlerimiz:</span><br />
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br /></span>
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"></span><br />
<a name='more'></a><span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">B.K. : Daha dün ne yediğimizi hatırlamıyoruz gerçi; ama bu sene
izlediğiniz en iyi film nedir çok merak ediyorum. Benim bu senenin filmlerine
bakınca özellikle çok etkilendiğim bir film diğerlerinden sıyrılıyor biraz, ama
yorum gelirse bu posta, şimdilik etkilememek için söylemeyeceğim.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">M.B. : Ben dün ne yediğimi hatırlıyorum da o kadar.
Sadece 2013'te değil, hayatımda izlediğim en kötü film <span style="mso-bidi-font-weight: bold;">yeni Die Hard'dı. Kopya çekmeye izin varsa: </span></span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.imdb.com/list/QNF0fNXNN48/?start=1&view=detail&sort=listorian%3Aasc"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.imdb.com/list/QNF0fNXNN48/?start=1&view=detail&sort=listorian%3Aasc</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">S.L.: Ben de baya düşündüm
ama hangi filmleri bu sene izlediğim aklıma gelmedi. Great Gatsby’e soundtrack
ödülü verebilirim ancak. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">E.D. : Bu seneki filmler
öncekilere göre daha mı az akılda kalıcıydı ne? Ama Great Gatsby aklımda kaldı
ve daha gösterime girecek olan çok merak ettiğimiz filmler var 12 Years A Slave
gibi.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">S.L. : M.B.</span><span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> listeden
sadece 3 tane filmi izlemişim. 2013'un en iyi 3 filmi listesi yapmam hiç zor
olmayacak. ?! (Gatsby, Bling Ring, Before Midnight)</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">M.B.: S.L., sinemaya gidelim
bir ara. Bu aralar ilginç filmler girecek gösterime galiba. Bir de Kızılay
Büyülü Fener'deki Başka Sinema'yı takip etmenizi tavsiye ederim (</span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="https://www.facebook.com/baskasinema?fref=ts"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">https://www.facebook.com/baskasinema?fref=ts</span></a></span></b><span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">) -
İstanbul'daki, Eskişehir'deki ve Bursa'daki arkadaşlar için oralarda da var
salonlar. Ben edemiyorum ama gösterdikleri filmler baya gidilesi filmler.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">B.K.: Bende Gravity var,
izlerken çok heyecanlandım.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">S.L.: Bu arada ben o
listenin ilk sayfasına bakmışım sadece, tamam o kadar da acınası değilmiş
durumum.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">M.B.: Ben Blue Jasmine'i
baya beğenmiştim. Sinir krizi eşiğinde, sinir krizine sokmaya meyilli Cate
Blanchett çok iyiydi.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">E.D.: Bir de film olarak çok
olmasa da Oblivion ost(Original Soundtrack).</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">E.B.: Benimki Mc Dandik.
Şaka şaka. Müziğiyle, oyunculuğuyla, gerilim ve duygu yüklü dram Prisoners
diyorum.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">P.Y.: The Act of Killing:
OĞLUM BU FİLMİ GÖRMEDEN ÖLMEYİN! İnternete düşmüştür kesin.
Konusunu anlatıyorum, anlayacaksınız neden. Arka plan bilgisi olarak önce:
1965-66 yıllarında hocam Endonezya'da başarısızlıkla sonuçlanan bir darbe
girişimi sonrasında devlet komünistleri katletmiş, baya bir 500.000'den fazla
kişi öldürülmüş. Dönüyorum The Act of Killing'e: bu katliamı gerçekleştiren
askeri birliklerin pişmanlık duymayan üyelerine bir teklif gidiyor 2012'de:
"size gereken bütçe, oyuncu, teknik ekip ve donanımı sağlıyoruz; lütfen
aklınızda kalan cinayetleri sevdiğiniz Amerikan Filmleri tarzlarında filme uyarlayıp
yönetmenliğini yapın. Bir sürü tarz var, bazısı müzikal yapıyor, bazısı aksiyon
çekiyor filan. Adamlar filmlerini yaparken başta baya eğleniyorlar filan sonra
yavaş yavaş bu süreçte farkındalık yasayıp kafayı yemeye başlıyorlar. Bu
organizasyonu düzenleyen Oppenheimer ver Cynn de tüm bu hem yaratıcı hem
psikolojik perde arkası olayların belgeselini çekiyor. Bir nevi günah çıkarma
seremonisinin belgeseli. Çok ağladım. Kesin gidin, valla. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=SD5oMxbMcHM"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=SD5oMxbMcHM</span></a></span></b><span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> . Bu senenin güzellerinden ufak bir
liste yapacağım hayrına.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">P.Y.: 1- War Witch: Benim bu
sene gördüğüm en akılda kalıcı filmlerden biri, birden fazla tarzın birleşimi
olan ve çok farklı hikayeler üzerinden ayni karakteri cesurca izleyen bir film.
Festivalde gördüm ve burada çok kısa süreliğine gösterimde kaldı ama eğer bir
şekilde ulaşabilirseniz mutlaka izleyin. Yabancı film Oscar'larina aday,
Kanada'yı temsil ediyor. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=m55fZddRKBo"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=m55fZddRKBo</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
2- Blue is the Warmest Color: Bununla ilgili daha önce yazdım zaten.
Oyunculukta böyle bir şey olmadı daha bu filme kadar. Adele Exachopoulos'u
takip edin. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=Y2OLRrocn3s"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=Y2OLRrocn3s</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">3- The Act of Killing:
Yazdım işte yukarıda. Kesin gidin, valla. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=SD5oMxbMcHM"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=SD5oMxbMcHM</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Ayni zamanda Joshua
Oppenheimer'i de takip edin, Werner Herzog veliahdı. <br />
<br />
4- The Wind Rises: Miyazaki'nin son filmi </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=imtdgdGOB6Q"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=imtdgdGOB6Q</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
5- The Great Beauty: Bununla ilgili çok şey söylemek istemiyorum ama Federico
Fellini'yi seviyorsanız buna gidin derim. Rüya gibi sürreel ama gerçek
görüntülerle bezeli, bir hikâyeden çok bir hissiyatı anlatan bir film. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=fJfvX6zPAuQ"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=fJfvX6zPAuQ</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
6- Inside Llewyn Davis: Coen Brothers'in en derin karakter çalışması. Fargo ve
benzerlerinden çok farklı ama çok güzel, iyisiyle kötüsüyle bir karakteri
olduğu gibi gösteren bir film. Müzikleri bence yılın en iyisi. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=eXMuR-Nsylg"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=eXMuR-Nsylg</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
7- Frances Ha: </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=YBn5dgXFMis"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=YBn5dgXFMis</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Baumbach'in bağımsız
filmlerinin (The Squid And The Whale) herkese hitap etmediğinin farkındayım;
ama hala bir baltaya sap olamamış, etrafındaki çoğu insan iş güç eş sahibi
olmuş, yapmayı istediği meslekte henüz yeteneğini kanıtlayamamış ve ekonomik
zorunluluklardan ötürü bu meslekte "tamam mı, devam mı" yol ayrımına
gelmiş ve daha birçok modern hayatın orta sınıf sorunları ile başa çıkmaya
çalışan 20'lerinin sonuna yaklaşan genç hikâyesi benim için baya kişisel, o
yüzden seviyorum. Eski Fransız Nouvelle Vague filmleri tarzında çekilmiş bu
film aslında yönetmen Noah Baumbach ve başrol oyuncusu (ayni zamanda Noah'nın
kız arkadaşı) Greta Gerwig tarafından yazılmış, bizim neslimize ve yaş
grubumuza oldukça aşina bir film bence. <br />
<br />
8- Beyond the Hills: Doğu Avrupa karamsarlığının en güzel örneklerinden biri. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=HiJRGbCKCu0"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=HiJRGbCKCu0</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
9- Nymphomaniac: Heyecanla bekliyoruz bu defa Lars Von trier hangi ülkelerden
ömür boyu boykot cezası alacak… Bilmeyenler için: Lars Von Trier sinema
yönetmenliğine başlamadan önce kadınlar için porno filmlerde çalışmıştı. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?feature=player_detailpage&v=V5YekQnGSIs"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?feature=player_detailpage...</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
10- Leviathan: Belgesel ama baya enteresan bir deneyimdi, belgesel seven
sevmeyen herkese tavsiye ediyorum. Gittiği festivallerde ödülleri eteğine
doldurmuş bir belgesel. Bakınız: </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=vntC7OPDHs8"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=vntC7OPDHs8</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">11- Before Midnight: Diğer
ikisini de sevmiştim bun da seviyorum. “Gün Batımı” nı izlerken Delphy'nin
"there… there… there… and gone." diyerek trilogy'i özetlemesi de
ayrıca acıklıydı bence. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=djbyv1AV588"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=djbyv1AV588</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
12- Blue Jasmine: M.B. demiş zaten gerekeni: </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=iZ8t31LhNl0"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=iZ8t31LhNl0</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
13- Dallas Buyers Club: Tarihi açıdan insanları özellikle LGBT komüniteleri
sinirlendiren ama eleştirmenleri heyecanlandıran bir film. Henüz görmedim ama
klipler izledim, konusu da enteresan işlenişi de. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=fvMPU0WaPcc"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=fvMPU0WaPcc</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
14- Prisoners: E.B. demiş zaten. Ödüllü Görüntü Yönetmeninden. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=bpXfcTF6iVk"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=bpXfcTF6iVk</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
15- Carrie: Şaka lan şaka, ağzına sıçtılar mis gibi klasiğin. <br />
<br />
15- Hunger Games: Ben seviyorum bunları, dahası sinemanın ihtiyacı olan güçlü
kadın ana karakterlere bir yenisi daha eklenmiş oldu. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=EAzGXqJSDJ8"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=EAzGXqJSDJ8</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
16- Laurence Anyways: Amerika'dan çıkamayacak kadar taşaklı bir konusu olan,
maalesef burada gösterimde çok az kalmış bir film. Umarım Türkiye'de
festivaller ve ufak sinemalarda ömrü daha uzun olur. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=1YjIWEky81M"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=1YjIWEky81M</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
17- Post Tenebras Lux: güzel ve deneyselcene bir film, değişik bir kafası var.
Cumartesi gecesi filmi değil daha çok pazar öğleden sonrası filmi. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=zYeXnNzJ89Y"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=zYeXnNzJ89Y</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">18- 12 Years A Slave: Lee
Daniels' Butler'in yaptığı hataya düşmeyip karakter üzerinden ilerleyen çok
güzel bir film. Hunger ve Shame ile yakından uzaktan alakadar olmayıp yine de
karsılaştırmaya gerek duydurmayacak kadar kendi başına güzel bir film. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=iiw1cYXQw4g"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=iiw1cYXQw4g</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
19- Gravity: B.K. demiş zaten. Bir Contact mi, değil? Ama güzel bir uzay filmi
yine de. Alfonso Cuaron'un daha önceki filmleri ile alakasız baya. Keşke şu
"kızım vardı" hikâyesi olmasaydı ama… </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=OiTiKOy59o4"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=OiTiKOy59o4</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
20- Spring Breakers: Bir dönemin Disney Kızlarını daha mezun ettik bu filmle,
sırf onun nostaljisi için bile görmek lazım. James Franco'dan güzel hareketler.
</span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=Dv9_dn1U5NQ"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=Dv9_dn1U5NQ</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">21- Upstream Color: İzlerken
severek izlediğim, ama bir süre sonra ne olduğunu anlamaya çalışmaktan
vazgeçtiğim kafa karıştırıcı filmlerden biri. Ne anlattığını bilmiyorum ama
anlatıcılığını deneyimlemek enteresandı, izleyin bence </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=EDrPsekEwPs"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=EDrPsekEwPs</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
22- Nebraska: Çok güzel. Alexander Payne'n hep baba'li filmler yaptığını fark
ettiniz mi? </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=ZuIBvmxIN4w"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=ZuIBvmxIN4w</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
23- Frozen: Bunun hakkında daha önce yazdım, ama Brave ile Disney'de başlayan
akımın ikinci filmi, oldukça da güzel. Disney'de yeni bir çağ açıldı, takip
etmemek ayıp olur. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=TbQm5doF_Uc"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=TbQm5doF_Uc</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
24- Her: Enteresan bir konusu var. Gelince gideceğim. Joaquin Phoenix var hem. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=ne6p6MfLBxc"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=ne6p6MfLBxc</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
25- Bling Ring: En iyi 25e girer mi, girer. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=Q4LzhgExvrc"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=Q4LzhgExvrc</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
26- Only God Forgives: Bir Drive mi? Asla değil. Ama yer yer fena değil. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=FP_zO9jQjVc"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=FP_zO9jQjVc</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
27-Side Effects: akıl oyunlarını sevenlerin hoşuna gidecek bir film- işlenişi
güzel fakat bence hikâyesi meh. Birkaç büyük sürprizden ve ortasında bir yerde
ana karakter değişimi yasayan yapısı ilginç, konusu daha az ilginç bir film </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=QGe2ZE0prGg"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=QGe2ZE0prGg</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
28- Stoker: Stoker'i bazısı çok seviyor, isterseniz gidin ne biliyim. Görsel
estetiği güzel, gerilimi ve ensest erotiği filan da fena değil; fakat özünde
hikâyesi Hitchcock'in Shadow of A Doubt'ından çalıntı olduğu,
yönetmen/yazarının bunu inkâr ettiği ve yer yer baya kasıntı olduğu için benim
çok saygı duymadığım bir film. Ama score'u çok iyi, o ayrı. Tatlı bir salı
akşamı filmi kısacası. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=W1I2PMInn7M"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=W1I2PMInn7M</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
29- Disconnect: Aslında ben bunu izlemedim de izleyenler fena değil dedi
koyuyorum: </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=aqCcQOlDM4o"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=aqCcQOlDM4o</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
30- Touch of Sin: benim zevkim olmadığı için çok sevmedim de buradan sevenler
olacak biliyorum, fena değildi. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=VUJt_kf7uKQ"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=VUJt_kf7uKQ</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">31- Captain Phillips:
Gelecek hafta izleyeceğim inşallah. Biraz "vahşi yerliler sivilize
beyazlara saldırıyor" havasında fragmanı ama gidenler beğenmiş.. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=_3ASoBrFGlc"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=_3ASoBrFGlc</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
32- The East: Neden mi? Çünkü S.L. (Ellen Page) oynuyor. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=gHpT9B7e7-Q"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=gHpT9B7e7-Q</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
33- Enough Said: Sadece Gandolfini'nin son filmi olduğu için. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=nEEJaIjF_Lo"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=nEEJaIjF_Lo</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
34- August: Osage County, bir Merly Streep filmi </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=9Hd_uO72h1s"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=9Hd_uO72h1s</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">35- The Place Beyond The
Pines: Yani. Gosling olduğu için. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=zz5jTy_lukk"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=zz5jTy_lukk</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
36- The Great Gatsby: Daha görmedim, iyi ve kötü o kadar çok lafı edildi ki
görmek lazım sanırım. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=8ud6haTTfFY"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=8ud6haTTfFY</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
37- The Wolf of Wall Street: içi boş görünen bir fragmanı olduğu için güvenip
filmine gidemeyeceğim sanırım. İnternete düşünce izleyeceğim ama, çünkü
eğlenceliye benziyor. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=iszwuX1AK6A"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=iszwuX1AK6A</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
38- Trance: Bu da akil oyunu olsun diye iyice kasılmış ama maalesef biraz ele
yüze bulaştırılmış bir film. Ama yine de türü sevenlerin hoşuna gider belki
diye koyuyorum listeye. </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=aKdm-5gbtgo"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://www.youtube.com/watch?v=aKdm-5gbtgo</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">B.K.: Captain Philips bence
senenin en iyi filmlerinden biri, ben beğendim açıkçası.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">M.B.: P.Y.’nin enfes
listesine "sinemadan anlamayan insan" bakış açısıyla ben de birkaç
ekleme yapmak istedim:<br />
<br />
0.5) Gangster Squad: Harika bir hikayesi yoktu, yıllarca unutulmayacak bir film
değildi ama bence görüntü olarak, karakterler olarak, atmosfer olarak iyi bir
filmdi. İlk fragmanı çıktıktan sonra filmin gelmesini heyecanla beklemiştim,
çıkışta da istediğim kadar bir seyir zevki almıştım.<br />
<br />
1) R.I.P.D.: Ryan Reynolds'u "Green Lantern" de izlediğimden beri
sevmem de Jeff Bridges'ı izlemek eğlenceliydi bence baya. Hele ki M.I.B'yi
hatırlatan yeni bir hikaye fikri de güzeldi baya. Keşke film de güzel olsaydı
da devamını merakla bekleyeceğimiz bir seriye doğru yol alsaydı.<br />
<br />
2) 2 Guns: Sonu hiç gelmeyecek 2 kafadar aksiyonu filmlerinden, yine beklediğim
film zevkini aldığım bir filmdi. Yaşasın bir süper kahraman hikâyesi olmayan
çizgi romanların uyarlamaları! <br />
<br />
3) About Time: "zamanda yolculuk" fikrini bir romantik komedi - aile
filminde kullanmak bile yeni bir fikir değilse artık hikâyelerin fikirlerin
önüne geçmesinin vakti hayli gelmiş demektir. Büyük sözler etmeye, ders
vermeye, büyük bir sinema olayı olmaya çalışmayan, seyir zevki film boyunca
ortalamanın altına düşmeyen, ama büyük zıplamalar da yapmayan kendi halinde
eğlenceli bir filmdi.<br />
<br />
Türk filmlerini de unutmamak gerek:<br />
<br />
4) Zerre: Bir yandan İstanbul'daki kentsel dönüşümü arka plana oturtarak
değişimi yaşayan insanlar üzerindeki etkileri gösteren, bir yandan da yoksul
bir aileyi geçindirmeye çalışan, güçlü olmaya çalışan, güçlü olmak zorunda
kalan bir annenin yaşam kavgasının birkaç gününü anlatan başarılı bir filmdi.
Filmle ilgili blogda 1-2 cümle çiziktirmiştim: </span><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://paganincesmesi.blogspot.com/2013/04/zerre-erdem-tepegoz.html"><span style="color: blue; font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; text-decoration: none; text-underline: none;">http://paganincesmesi.blogspot.com/.../zerre-erdem...</span></a></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
5) Şimdiki Zaman: Amerika'ya gitmek için para biriktirmeye çalışan bir kadının
para kazanabilmek için bir kafede fal bakmaya başlamasının hikâyesiydi film.
Başkalarının fallarında kendi hikâyesini, kendi çıkmazlarını anlatıyordu Mina.
Bir ilk film olarak Belmin Söylemez'in takip edilesi bir yönetmen olacağının
izlerini taşıyordu.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">P.Y.: … Bu arada dun gece
çok düşündüm, kendi listemden Hunger Games'i atıp yerine American Hustler'i
koymak istiyorum, listenin sonuna da At Berkeley'i koydum, etti 39. 40'da
geliyor yakında ama sürpriz. (= yeterince tezahürat alırsam söyleyeceğim biraz
pohpohlayın ne olur.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 6.0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 6.0pt; mso-outline-level: 5;">
<span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">P.Y.: E.B.</span><span style="font-family: "Times","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> ısrar
ettiği için 40 numarayı açıklıyorum: Şafak Vakti. <br />
Belki bir kısmınız hatırlar, bu yaz bir film çektim. Nihayetinde montajı ilk
Rough Cut haline ulaştı, fragmanı da bitti. Fragmanı halka açıp web sitesine
eklemeden önce görüşlerinizi almayı çok isterim, çünkü daha kimseye
göstermedim. Eğer işlemediğini düşündüğünüz bir an varsa veya ritimde gözünüze
takılan rahatsız eden bir şey olursa lütfen haber verin. Henüz son cut değil.
İşte burada kendisi: <a href="http://vimeo.com/77650100">http://vimeo.com/77650100</a></span></div>
</div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-41665849451555105902013-12-29T15:48:00.000+02:002014-01-13T18:37:15.155+02:00Küheyli Buharlan - Mümtaz Mehmet Tütüncü<div style="text-align: justify;">
</div>
<br />
<br />
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjeinReRyAQ7O_vh8kFPHXLSeXVC54ezYdGXINIw-94IbdRc50sJyPmKJEOCD5JZzMygm8pTHkbKFd_HHohFHyVBAlHCxqMpz-aIU02wD1lhT9q81Sfcxfz0fRHG9-WutRKVgeTYpHYE-xa/s1600/Steampunk+cruise+ship+boat+harbor+sci+fi+wallpaper+dsng.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjeinReRyAQ7O_vh8kFPHXLSeXVC54ezYdGXINIw-94IbdRc50sJyPmKJEOCD5JZzMygm8pTHkbKFd_HHohFHyVBAlHCxqMpz-aIU02wD1lhT9q81Sfcxfz0fRHG9-WutRKVgeTYpHYE-xa/s1600/Steampunk+cruise+ship+boat+harbor+sci+fi+wallpaper+dsng.jpg" height="300" width="400" /></a>Steampunk nedir? Steampunk, sanayi devriminin dünya teknolojisindeki en büyük ve son teknolojik devrim olduğu alternatif bir evren tasviridir. Viktoryen dönemi İngiltere'sinin tüm dünyanın moda-zevk anlayışına hakim olduğu, kullanılan tüm aletlerin mekanik olduğu bir dünyadır. Bir nevi makina mühendislerinin dünyası. Peki neden böyle? Nasıl oluyor da günümüz elektrik dünyasında buhar gücüyle çalışan makinelerin ön planda olduğu bir dünya tasviri bu kadar ilgi çekebiliyor? Böyle bir sorunun bence net cevabı tam olarak 19. yüzyılda yatıyor. 1800'lerin başlarında Endüstri Devrimi gerçekleşir ve 1800'ler buhar gücünün ve mekaniğin kontrolü altında kısa sürede teknoloji alanında büyük bir sıçramaya sahne olur. Ardından Jules Verne ve H. G. Wells gelirler. Kendi günlerinin en başarılı bilimkurgu eserlerini yazarlar. Jules Verne bir yandan aya gider, bir yandan dünyanın merkezine gider, bir yandan balonla dünyanın çevresinde dolaşır. Hepsinin ötesinde de kaptan Nemo ve Nautilius (hatta daha doğrusu Nautilius ve kaptan Nemo) u sunar bizlere. H. G. Wells ise farklı bir dünyanın peşindedir. Onun evreninde hayvanları ameliyat ederek insanlaştırmayan çalışan Dr. Moreau, görünmezlik iksiri üzerinde çalışan Görünmez Adam, 3 boyutta hareketin yorumlanması ile zamanda yolculuğu bulan bilim adamı ve uzaylıların dünyayı istilası vardır. Bu iki büyük yazar başta olmak üzere dünya çapında güçlü bir bilimkurgu edebiyatı oluşur (Wells ve Verne öncesi pek çok eser bilimkurguya yakın, bilimkurgu olarak tanımlanmaya uygun kabul edilir. Mary Shelley'nin Frankeinstein'ı da günümüz yaklaşımına en yakın ilk bilimkurgu eser olarak değerlendiriliyor. Ama yine de Wells ve Verne'ün bilimkurgu edebiyatı oluşumunun kırılma noktası olduğunu belirtmek doğru bir yaklaşım olur). Endüstri devrimi ışığı altındaki teknolojinin başrolü oynadığı hikayeler anlatmak demek bir zamanlar bilimkurgu demek olsa da artık bilimkurgunun bir alt dalı olarak steampunk demektir.</div>
<br />
<br />
<a name='more'></a><br /><br />
<br />
<div style="text-align: justify;">
Steampunk hikayelerde atmosferi/kurgusu/hikayesi açısından pek çok ortaklıklar bulunur. Dünyayı sarsacak bir icat söz konusudur. Bazen (başrolde) bu mucitin aşırı yetenekli, mucite gençliğini hatırlatan bir çırağı vardır. Diğer tarafta ise bu icadın peşinde, bu icatı kendi çıkarları için kullanmayı amaçlayan "kötü adamlar" vardır. Bazen bir organizasyon, bazen bir hükümet... İcadın ne olduğunu çoğunlukla hikayenin ortalarına kadar ne biz, ne de hikayenin genellikle başrolündekiler bilmez. Kovalamacalar, aksiyonlar, ilginç steampunk aletler, silahlar ve sonrasında da büyük karşılaşma. Steamboy, Laputa: Castle in the Sky tadındaki kimi çocuklara yönelik yapımların kurgusu tam olarak bu şekildedir. City of Lost Children, Metropolis tadındaki kült filmlerde ya da görsel olarak enfes birer steampunk dünyası yaratan Wild Wild West, 9, Avatar: The Legend of Korra, The Prestige gibi filmlerde de bu tarzda bir yapı görmek mümkün. Tabii bu bahsettiğim hikayeden tamamen uzak, steampunk'ı görsel yapısını kurmakta kullananlar da var; Alan Moore'un Leauge of Extraordinary Gentleman çizgiromanı, Van Helsing ve Hellboy'un filmleri ya da Fullmetal Alchemist gibi.</div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://mcdn01.gittigidiyor.net/6595/KUHEYLI-BUHARLAN-MUMTAZ-MEHMET-TUTUNCU-IMZALI__65950390_0.jpg?_=1372315123" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://mcdn01.gittigidiyor.net/6595/KUHEYLI-BUHARLAN-MUMTAZ-MEHMET-TUTUNCU-IMZALI__65950390_0.jpg?_=1372315123" height="300" width="400" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Steampunk, her ne kadar Viktoryen İngilteresi görseli ile anılsa da temelde buhar gücünün teknolojisi ile ön plandaki bir tarz. Dolayısıyla "Hazerfen Ahmet Çelebi, buhar gücüyle tanışmış olsaydı neler olurdu?" sorusunun cevabı, Osmanlı Türkiyesinde geçecek bir steampunk öykünün kapısını açıyor bizlere. Hazerfen Arif Çelebi'yi ünlü bir doktor olan babası, çocuk yaşında dönemin ünlü mucitlerinden birinin yanına çırak olarak veriyor. Mekaniğin eşsiz dünyasında büyüyen Arif Çelebi, enerji dönüşümlerine merak salıyor ve kaynatılmış suyun sahip olduğu potansiyelin mekanik hareket elde edebilmek için ne kadar güçlü bir kaynak olduğunu keşfediyor. Bir savaşta sesini kaybeden sadrazam Mustafa Paşa'ya yeniden konuşabilmesi için icat ettiği huni sayesinde kurdukları dostluk; Mustafa Paşa'ya Megafonlu Mustafa Paşa lakabını, Arif Çelebi'ye de yeni icatlara yönelmesinde teşvik sağlıyor. Hayalgücü sınırsız olan insanlardan olan Arif Çelebi'nin atölyesi ile Mustafa Paşa'nın malikanesi arasında gidip geliyor kitap. Bu gidiş gelişlerde de çeşitli icadını anlatıyor bize; yangınların hızlıca söndürülmesini sağlayacak bir tulumba sisteminden hızlıca büyük hesaplamalar yapabilecek bir buhar güçlü gelişmiş hesap makinesine, otomatik silah doldurma düzeneğinden buhar gücüyle çalışan bir at'a kadar. Peki ya şimdiye kadar yapılmış tüm icatları sistematik bir şekilde inceleyip, tüm icatların çalışma sistemlerinden bir şeyler çıkartarak tüm zamanların en grifit aleti icat edilseydi ne olurdu? Buhar gücüyle çalışacak bir silah kendi kurşununu kendi doldurabilir mi? Oldu olacak insan etkisi olmadan ateş de edebilsin. Hazır başlamışken düşmanı da tespit edebilsin... (Daha fazlası heyecan kıran bilgi sınıfına giriyor).<br />
<br />
-- Bu noktadan sonra kitapla ilgili, çok önemli olmamakla birlikte birkaç imada bulunabilirim. Büyük süprizleri kaçırmayacağım ama okumadan önce hiçbir şey bilmek istemeyenler bundan önceki son birkaç cümle ile bundan sonrasını okumasınlar. -- </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://godsofart.com/wp-content/uploads/2012/01/Rider-Steampunk-Wallpaper.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://godsofart.com/wp-content/uploads/2012/01/Rider-Steampunk-Wallpaper.jpg" height="400" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"Küheyli Buharlan" bir nev-i
sahte-belgesel tarzında bir kitap. "Rüzgarendiş Padişah IV. Fırat isimli
tarihi piyesten sahneler", eski dergilerin dönemin mucitleri ile ilgili
yazıları, Hazerfen Arif Çelebi'nin günlükleri, "Huniciler Ocağı" ile
ilgili tarihi bir makale gibi çeşitli alıntıların derlemesi olarak sunuluyor
bize. Aradaki boşlukları da zaman zaman anlatıcı dolduruyor. Tabii aradaki
boşlukların tam manasıyla doldurulabilmiş olduğunu söylemek çok mümkün değil.
Yazarın bilinçli tercihidir büyük ihtimalle; hikayeler birbirinden kopuk kopuk
sunuluyor. Mesela Arif Çelebi'nin katıldığı bir savaşta tuttuğu günlüklerde bir
hikayeyi okuyoruz. Heyecan yavaş yavaş gelişiyor, Arif Çelebi'nin gördükleri
ile ilgili düşüncelerini takip ederken yeni bir hikayenin gelişmekte olduğu
hissine kapılıyoruz. Bölüm bittiğinde Arif Çelebi'nin hayatında bazı
değişikliklerin olacağını, ilerleyen bölümlerde karşılaşacağımız bazı
gelişmelerle ilgili ipuçları okuduğumuzu düşünüyoruz. Oysa bu konunun esamesi
bir daha hiç açılmıyor. Tam olarak alışık olduğumuz "... olur ve olaylar
gelişir..." tarzından çok "... olur sonra ... olur. O sırada ...
olurken ... olmuştur" tadında daha az kurgusal, daha çok belgeselvari bir
modda ilerliyor hikaye. Böyle hayalgücünüzde hikayenin boşluklarını doldurmanız,
olayların detaylarını, gelişimini, sonuçlarını kendiniz hayal etmeniz için
gerekli bilgiyi sağlıyor gibi kitap daha çok. Her ne kadar hikayeyi sürükleyici
olarak tanımlamak çok yerinde olmasa da gerek bilimkurgusal yapısı ile, gerekse
de yazarın çeşitli konulardaki felsefesi ile kitap beni çok etkiledi. Özellikle
2 konuda karakterlerinin düşünceleri yoluyla bize aktardıkları, dost
sohbetlerinde bol bol gönderme yapılacak cinsten. Daha uzun ve detaylı olanı
kitabı okuyacaklara bırakıyor, nispeten daha kısa, kitapta geçen hikayelerden
daha bağımsız olanını burada paylaşmak istiyorum:</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"<i>... hiçbir göz, varoluşuyla, sadece
kendisine işaret etmez... Sadece kendisine işaret etmez, çünkü
"görmek" deyince ilk ve neredeyse daima tek akla gelen şey göz olduğu
halde hiçbir göz, tek başına, kendisine sahip olan canlıya görme kabiliyeti
sağlayamaz. Görmek için, gözün bir beyne bağlı olması, gözün yakaladığı ışığın,
şekillerin, renklerin bir beyne aktarılması gerekir... Bir göz, yani bir
göz ve akıl çifti, kendisini taşıyan canlının dışındaki bir cisme baktığı
zaman, o cismin şeklini ve hareketini görür, gördüğü kadarıyla o cismi veya
hareketini bilir, bildiği kadarıyla düşünür, değerlendirir... ya eğer (gözün
baktığı) cisim canlı ise, o da bir kafa ve o kafanın içinde başka bir göz, yani
bir göz ve akıl taşıyorsa?</i></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<i>İşte o vakit, aniden, sanki kapkaranlık bir
gecede bir şimşek çakar ve birbirine bakan o iki göz arasında ikisini de bir
girdap gibi içine çeken uçsuz bucaksız bir boşluk açılıverir... Artık gözlerden
hiçbiri, diğerini görmek, bilmek, düşünmek ve onun hakkında şu beya bu şekilde
bir değerlendirme yapıp bir hüküm vermekle kalmaz. Kendisi karşısındakini
görürken, karşısındakinin de kendisini gördüğünü, dolayısıyla bildiğini ve
hakkında herhangi bir şey düşünüp herhangibir fikre vardığını bilir...</i>"</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu göz-görmek muhabbetinden yola çıkarak insanın
kendi bireyselliği, başka insanlarla ilişkileri gibi konularda geliştirilen
fikirler, değerlendirmeler, erişilen sonuçlar; okurken beni gerek hikayeden,
gerek bulunduğum ortamdan, gerekse de kendi düşüncelerimden koparıp tamamen
kendi dünyasına çekti. Kitapta bol bol kullanılmış Osmanlıca kelimelerin
anlamlarına bakmadan okumaktan sıkılmayacak ya da kitabın en arkasında yer alan
sözlükten bakmaya üşenmeyecekler için, bilimkurgu meraklıları başta olmak
kaydıyla hevesle okunacak bir roman "Küheyli Buharlan". </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"<i>Aşikar değil mi Paşam, buharlı atıma bu
kanatları takacağım! Böylece, buharla işleyen kanatlı bir at yapmış
olacağız!...</i>" (Küheyli Buharlan, arka kapaktan alıntı)</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://overburyink.com/wp-content/uploads/2011/01/Steampunk-Horse-1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://overburyink.com/wp-content/uploads/2011/01/Steampunk-Horse-1.jpg" height="640" width="634" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />
<!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F2.bp.blogspot.com%2F-Cs1FTJpmLKk%2FTcPOgQBOOnI%2FAAAAAAAAAt8%2F9NBALxefEn8%2Fs1600%2FSteampunk%2Bcruise%2Bship%2Bboat%2Bharbor%2Bsci%2Bfi%2Bwallpaper%2Bdsng.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjeinReRyAQ7O_vh8kFPHXLSeXVC54ezYdGXINIw-94IbdRc50sJyPmKJEOCD5JZzMygm8pTHkbKFd_HHohFHyVBAlHCxqMpz-aIU02wD1lhT9q81Sfcxfz0fRHG9-WutRKVgeTYpHYE-xa/s1600/Steampunk+cruise+ship+boat+harbor+sci+fi+wallpaper+dsng.jpg" -->M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-66735850064965194792013-12-01T15:56:00.000+02:002014-01-13T18:37:40.946+02:00Ayyuka - Kiracı Odaları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://blog.shalgamrecords.com/wp-content/uploads/2013/09/AYYUKA-KAPAK-624x273.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://blog.shalgamrecords.com/wp-content/uploads/2013/09/AYYUKA-KAPAK-624x273.jpg" height="280" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ayyuka'nın romantiklere, klasik aşk şarkılarını sevenlere, yarınlara umutla bakanlara, melankoliklere, duygusallara, iç huzurunun peşinde koşanlara hitap etmeyen şarkılarıyla ilk tanışmamızdan beri yıllar geçti. İlk albümlerinde "Küçük kız sıkıldı oğlanından. 'Olmaz' dedi oğlan, 'sen benimsin bırakmam'. Kız gitti, oğlanın gözü yaşlı. Bir toz bulutu bile çıkmadı gayrı..." diyerek yakalamışlardı bizi. Ardından "...Tersi dönmüş kara fatma, zıplaması mümkün değil. 'Ya ez' diyor, 'ya ters çevir'. Halim öyle böyle değil..." ile hitap ettikleri kitlenin haricinde kalanları iyice elediler. İçinizden geçenlere tercüman olan şarkılar değildi onlarınki, kendinizi ifade etmek, kendinizi bulmak için dinleyemezdiniz Ayyuka'yı. Daha çok aslında geniş çerçevede olanları vuruyordu yüzünüze. Aşk şarkılarının ismi "Aksi" ydi ve "... sen karadan gel bana, ben denizden kaçayım. Sen büyü beyaz köşkte, ben bahçene kusayım..." diyordu, "Dünya Hali" nde "...kah balıktım susuz çölde, kah deveydim deniz dibinde..." ile uyumsuz olmanın keyfini (!) sürüyordu (Sarkastik olmaya çalıştım da, sarkazm yaptığımın belli olmama ihtimaline karşı parantez içinde ünlem koydum. Yapamayabiliyorum çünkü bazen sarkazm, ciddiye alanlar oluyor, absürd bir resim çıkıyor ortaya).</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/aKCnrF35s1I?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a><br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://image3.redbull.com/rbcom/010/2013-11-15/1331620518255_2/0010/1/320/213/2/fartbarf.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><br /></a>Yıllarca bir beklemenin ardından (ilk albümleri 2006'da çıkmış) bu yaz sonunda Ayyuka'nın ikinci albümü çıktı piyasaya. İlk albümden farklı olarak bir ismi de vardı albümün bu sefer: "Kiracı Odaları". Toplamda 14 şarkıdan oluşuyor. İlk albümde de bol miktarda sözsüz, safi müzikten oluşan şarkılar vardı; fakat bu sefer sözsüz şarkı sayısı iyice artmış. Hemen hemen her 2 şarkıdan 1'i, toplamda şarkıların yarısından fazlası sözsüz. Müzikal bakımdan ilk albüm daha karanlık, daha sert, daha tekinsizdi. Korku-gerilim filmi havası vardı müziklerde. Bu sefer albümün genel havası biraz daha kaymış gibi. Daha çok kovboy filmi izliyormuş tadı bıraktı bende. Western-rock gibi sanki. Tabii sözsüz şarkılar da bu kadar bol olunca film müziği albümü hissiyatı yaratıyor. Tabii albümün "Başsız Tavuk" isminde bir şarkıyla başlaması da bu fikri güçlendiriyor. Sanki vahşi batıda başlıyor hikayemiz. Hatta şimdi düşününce (bir yandan da şarkıyı açıp dinleyince) Brezilya'nın favelalarında (gece kondu mahallesi) geçen "City of God" daki tavuk kovalama sahnesi geldi gözümün önüne. Kafası kopartılmış ama takalan canıyla kaçışmasının kaosu.</div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://image3.redbull.com/rbcom/010/2013-11-15/1331620518255_2/0010/1/320/213/2/fartbarf.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><br /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://image3.redbull.com/rbcom/010/2013-11-15/1331620518255_2/0010/1/320/213/2/fartbarf.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://image3.redbull.com/rbcom/010/2013-11-15/1331620518255_2/0010/1/320/213/2/fartbarf.jpg" height="266" width="400" /></a>Sözlü şarkılar yine sarkastik sularda yüzüyor. Sözlerini dinleyebildiğimiz ilk şarkı "Yolunda": "Kazanın içinde kaynayan o sensin. Doyacak hanım diye inşallah beklersin..." diyerek bir nevi insanların kendilerini kandırma süreçlerine ışık tutuyor. Ne de olsa "her şey yolunda...". Peşi sıra gelen şarkıda çok güzel bir gün tasviri başlıyor. Güneş yakıyor, kuşlar cıvıldaşıyor. Peki sıkıntı nerede? Sıkıntı şarkının adının paranoya olması. Her şey yerli yerinde, herkesin keyfi yerinde, etraf çok sakin ama senin içinde bir şüphe var. Şarkının neşeli havası, arkadan gelen perküsyon desteği ve "...arada sırada bir bak arkana, sağa sola. Her şey olabilir." sözleri eminim tanıdığınız birilerini hatırlatacaktır (siz değil tabii, tanıdığınız birileri). Western film - kovboy hikayesi yaklaşımı "Baskın" isimli şarkıda tam bir tavan yapıyor. Pazar sabahları kovboy filmlerini izleyenleriniz varsa soyguncu çetesinin bir kasabaya yaptığı baskının hikayesini anlatan bu şarkıyı bir film gibi gözünün önünde canlandırması hiç de zor olmayacak. Hatta "Baskın" dan sonra hikayede anlatılan çocuğun yolculuğunu kendi kafanızda kurgulamak için "Siyah" isimli şarkıyı açın. Albüm sıralamasına göre gidince "D9/8" de pekala çocuğun yolculuk sonrasında haydutlarla karşılaşmasını anlatıyor olabilir. Ya da diğer şarkıları da değerlendirerek, sıralayarak kendi hikayenizi oluşturacak şekilde bir kurgu yapmanız mümkün.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu kadar filmlere, sinemaya atıfta bulunmam nedensiz değil. Başta da belirttiğim üzere, bir film müzikleri albümü olmaya aday, sinemasal şarkılardan oluşuyor "Kiracı Odaları". Tabii ilk albümün daha karanlık, yer altında, sokak aralarında dolaşan atmosferi baya değişmiş. Dolayısıyla Ayyuka'yı bir albümüyle sevip ötekisine çok ısınamamak mümkün (her iki albüm de her iki kategoriye aday bence). Ya da albümlerin masalsı havalarını kendi içlerinde değerlendirip farklı hikayeler anlatan iki enfes çalışma olarak dinlemek de bir seçenek (her ne kadar ilk albümü -belki de daha uzun süredir dinliyor olduğumdan- daha çok beğeniyor olsam da benim tercihim bu seçenekten yana). Öyle ya da böyle, Ayyuka gerek canlı performanslarını olsun (tabii olmuşken Ankara'da olsun ve IF-perşembe akşamı konseri olmasın, doğru düzgün haftasonu konseri olsun) gerek ileriki çalışmalarını olsun merakla beklediğim bir grup. Mesela Replikas'ın "Dadaruhi" albümüne saygı albümündeki "Deli Halayı" yorumları -Replikas sevmeyen birine hitap etmeyecek olsa bile- çok farklı, başarılı bir çalışma.</div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-17706993529799211932013-11-14T22:12:00.000+02:002014-04-26T00:49:24.667+03:00Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları - Yeditepe Canavarı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiDMoDc8kEBrcwigHHj91Q_IdpGsdOyyd64M9ajghbtXnGV-y1XFsNsM_f8EUONKkc3KRA5cDSVd8_LKb2BEdlcAubemJF00y-zSYfQ8g5zLg491PZIwmq-DgkbfOowq3YmpbIGzIlhLQg/s1600/bannerhead.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiDMoDc8kEBrcwigHHj91Q_IdpGsdOyyd64M9ajghbtXnGV-y1XFsNsM_f8EUONKkc3KRA5cDSVd8_LKb2BEdlcAubemJF00y-zSYfQ8g5zLg491PZIwmq-DgkbfOowq3YmpbIGzIlhLQg/s1600/bannerhead.jpg" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İstanbul'un bir fon olarak Türk çizgiromanlarında ne kadar canlı olarak yer aldığı ile ilgili <a href="http://paganincesmesi.blogspot.com/2012/11/cizgilerle-istanbul.html">görüşlerimizi paylaşmıştık zamanında</a>. Milattan yaşlı şehir, "hikayede bir karakter olma" klasiğinin ötesinde resmen hikayeleri şekillendiren, yönlendiren, tadını, havasını katan bir yapıda. Mesela hikaye Cihangir'de geçiyorsa bir yerde kedi olacak illa ki (bknz. duvardaki silahın patlaması). Ya da karakterimiz karşıdan karşıya vapurla geçiyorsa bu karşıdan karşıya vapurla geçiyor demektir; ama arka planda martılara simit atan birileri varsa İstanbul'da boğazdan geçiyor demektir. İstanbul'u turistik merakla seven bir Ankaralı olarak yorum yapmak konusunda çok da öteye geçemiyorum. Eminim İstanbul'u yaşayan arkadaşlar bu gibi örnekleri kitap çıkartacak kadar uzatabilirler. Uzatamayacak bir insan olarak benim söyleyebileceğim ise -geçen sefer de aynı noktaya değinmiştim sanırsam- çok değerli çizerlerimizin büyük kısmının İstanbul'da yaşamasından ve çok yetenekli olmalarından ötürü yaşadıkları şehri hikayelerinde çok güzel bir şekilde -belki isteyerek, belki farkında olmayarak- yansıtıyor olmaları. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a><br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Tabii mevzu bahis sadece çizerler değil, konumuz çizgiroman olduğundan o noktadan girdim ben. Mesela İhsan Oktay Anar da özellikle Osmanlı dönemi İstanbul'unu "Puslu Kıtalar Atlası" isimli kitabında okuyana yaşatır resmen. Altıyla, üstüyle, farklı insan gruplarıyla masalsı bir İstanbul portresi vardır ortada. Günümüzde de çok düzenli sayılmaz belki ama Osmanlı döneminde karmakarışık, binbir dünyadan oluşan, binbir katmanlı bir İstanbul hayal ettirir bizlere. Resmen Binbir Gece Masalları'nın binbirinin de geçtiği şehir İstanbul'dur; bir masaldan ötekine akarız fakat hiçbir hikayeyi sonuna kadar takip edebilecek vaktimiz yoktur. Birine şöyle bir dokunurkene çoktan öteki bizi başka yöne çekmeye başlamıştır. Arada dokunamadığımız binbir başka masalın üstünden atlar geçeriz. Enfes bir Osmanlı dönemi İstanbul'udur İhsan Oktar Anar'ın bize sunduğu.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://frpnet.net/wp-content/uploads/2013/09/seyfettin-efendi-olaganustu-maceralari-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://frpnet.net/wp-content/uploads/2013/09/seyfettin-efendi-olaganustu-maceralari-1.jpg" height="640" width="439" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://frpnet.net/wp-content/uploads/2013/09/seyfettin-efendi-olaganustu-maceralari-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><br /></a>İşte, yazımızın konusuda buna yakın bir dünyadır. Seyfettin efendi, Osmanlı'nın son zamanlarında İstanbul'da yaşayan bir çeşit dedektiftir. Ekibiyle birlikte üstlendikleri davaların peşinden koşarlar. Yılların oyunu Commandos'u hatırlatan bir ekibi vardır Seyfettin Efendi'nin; bir doktor, bir mekanik (hem de kadın!), bir sokakların haşin çocuğu, bir pehlivan ve son olarak da Dr. House, nam-ı diğer Sherlock Holmes, yani asıl oğlanımız parlak zeka Seyfettin Efendi. Seyfettin Efendi'nin yaratıcısı, yazarı ve çizeri Devrim Kunter önce bitmek üzere sona yaklaşmış bir davanın zirve noktasında bize karakterlerini tanıtarak başlar hikayeye. Seyfettin efendi çoktan davayı çözmüştür, ekibindeki her birey davanın arkasındaki gerçekleri ortaya çıkarmak üzere görevini yapmak için hazırdırlar. Bir dava daha başarıyla çözülmüştür, kahramanlarımız evlerine dönerler. Tam bu esnada ise başka bir yerlerde yeni maceraları olacak olaylar gelişmektedir. Bir katil cinayetler işlemektedir ve yolları -hikayenin de gerektirdiği üzere- Seyfettin Efendi ile kesişecektir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Gerek İnternet üzerinden olsun, gerekse de kısa soluklu çıkan çizgiroman dergilerinde olsun Seyfettin Efendi'nin gelişimi, hikayesi, hikayesinin yapısı baya bir süredir oturmaktaydı. Ağustos 2013 itibari ile ise de çizgiroman raflarında "Yeditepe Canavarı" isimli ilk cildiyle yerini aldı. Türkiye'de çizgiroman, bilim kurgu, fantastik kurgu gibi konularda ön planda yer alan isimlerden olan Giovanni Scognamillo'nun ön sözünü yazdığı hikaye bir başlangıç hikayesi olarak oldukça başarılı. Bir yanda betimlemeye çalıştığım Osmanlı dönemi İstanbul'unda geçen bir polisiye, bir yanda Scognamillo'ya bir saygı duruşu, bir yanda en az Viktoryen İngiltere'sine yakıştığı kadar İstanbul'a da yakışan Karındeşen Jack (vari bir katil arkadaşımız), bir yanda (Scognamillo abimizin önsözde de belirttiği üzere) başka bir heyecan verici olan (ama ne yazık ki devamı gelmeyen) Türk çizgiromanı Karabasan'a gönderme. Hikayenin aslında bitmemiş olması, sonunda tam açığa çıkmamış noktaların yanında sorulan yeni soruların da olması, Seyfettin Efendi'nin uzun soluklu olacağını ve çok daha heyecan dolu maceralarla döneceğini müjdeliyor bizlere. Hatta belki yeni macera ile birlikte sağda solda daha önceden yayınlanmış, şans eseri denk gelmeyenlerin hiç haberi olmadığı hikayeleri de derlenir, bir araya toparlanır, kim bilir?</div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-48323430037616212892013-10-13T01:21:00.000+03:002014-01-13T18:38:39.263+02:00Cennetin Çeşmeleri - Arthur C. Clarke<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.gunlukkitap.com/35771-large/44445-cennetin-cesmeleri-the-fountains-of-paradise-arthur-c.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.gunlukkitap.com/35771-large/44445-cennetin-cesmeleri-the-fountains-of-paradise-arthur-c.jpg" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Bilimkurgu, özellikle biz mühendisler olmak üzere meraklılarını çok bağlayan bir tür. Bir filmin, kitabın, çizgiromanın bilimkurgu olması bazen o esere bir şans tanımamız için yeterli olabiliyor (beni sık sık hayal kırıklığına uğratan bir ön yargı). Bilimkurgunun iyisini bulmanın verdiği haz, mutluluk ise bambaşka. Hal böyle olunca insan tanıdığı bir yazarın okumadığı bir kitabıyla karşılaşınca daha bir gözü kapalı yaklaşabiliyor. Bu yaklaşım, kitaplarının çoğunu zevkle okuduğum H. G. Wells'in yakın zamanda çıkmış, "edebiyat tarihinin ilk distopyası" olarak reklamı yapılmış "Efendi Uyanıyor" da yeni bir hayal kırıklığına yol açmıştı bende. Aslında isminden cisminden, kapağından, reklamından tahmin etmek gerekirdi. Boşuna değil H. G. Wells'in distopya denince ilk akla gelen yazarlardan biri olmaması.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://www.benhickman.co.uk/images/fountains-big.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.benhickman.co.uk/images/fountains-big.jpg" height="400" width="282" /></a><a href="http://www.benhickman.co.uk/images/fountains-big.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><br /></a>Arthur C. Clarke aynı şekilde şimdiye kadar hep zevkle okuduğum bir bilimkurgu yazarı olagelmiştir (bknz. <a href="http://paganincesmesi.blogspot.com/2012/08/bir-uzay-efsanesi-arthur-c-clarke.html">Bir Uzay Efsanesi</a>). Bilimkurgu edebiyatının, özellikle de uzayın en önemli yazarlarından biridir Clarke. Hani "aklı bir karış havada" derler ya, Clarke'ınki bir karışı hayli hayli geçer. Amcamın oğluymuş gibi bahsettiğim bu büyük yazar, İngiliz kraliyet nişanıyla ödüllendirilmiş, British Interplanetary Society'ye başkanlık yapmış, Hugo ve Nebula başta olmak üzere pek çok ödülü birkaç kez kazanmış bir şahıs. Aklı hep uzaydaymış kendisinin. İnsanoğlunun uzayı iyice kontrolü altına aldığı, uzayda yaşam kurmaya başladığı, uzay bilimi ve teknolojileriyle ilgili gelişmelerin günlük yaşamın bir parçası olduğu gelecekler tasvir eder hep. Bir kitabı ya da kitap serisi uzunca bir dönemi konu alıyorsa yıllara göre teknolojinin gelişmesini bile hayal edip yansıttığını görürüz. Örneğin kitabın başlarında özel bir görev için kullanılan bir uzay mekiği, ilerleyen bölümlerde bir antika olmuş ve önemli olayların gelişimini anlatmak üzere müzeye kaldırılmıştır, vb. Clarke'ı pek çok bilimkurgu romanı yazarından ayıran nokta da buradadır. Başka bilimkurgu yazarları gelecekte güçlü hayal güçlerinin ürünlerini sergiler, onlara dayanarak hikayeler anlatırken Clarke'ın hikayelerinin temelini gerçek bilimsel, teknolojik gelişmeler, olaylar oluşturur. Hayal gücünden yoksun hikayeler olduğunu söylemiyorum. Tam tersine, özellikle bilim ve teknolojiyle ilgilenen insanları çok derinden kavrayacak bir hayal gücü vardır ortada. Fakat kullandığı fikirler öylesine güçlü bilimsel temellere dayanır, anlatım dili o kadar ayrıntılıdır, gerçekleşen olaylar o kadar mantıklıdır ki kurgusal bir romandan çok geleceğin geleceğinden gelme belgeselvari bir kitap okuyor gibi olursunuz. Bu olguya katkı sağlayan, kimilerince olumlu, kimilerince olumsuz bir yan olarak gözükebilecek bir nokta daha vardır Clarke'ın kitaplarında; hikayeler o kadar yavaş gelişir, hikaye yapısı olarak o kadar aksiyon içermez, o kadar az heyecan doludur ki, gerçek hayatta yaşanmış bir olayı anlattığına -eğer ki bilimkurgusal bir gelecekte geçmiyor olsaydı- inanabilirsiniz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"Cennetin Çeşmeleri" wikipedia'nın söylediğine göre Clarke'ın en meşhur 3 kitabından bir tanesi. Hayatının bir noktasından sonrasını dalış sevdası nedeniyle taşındığı Sri Lanka'da geçiren Clarke'ın, Sri Lanka'yı temele koyduğu bir hikaye Cennetin Çeşmeleri, ve diğer kitaplarından alışık olduğumuz üzere uzayda değil, dünyada geçen bir hikaye anlatılıyor bu sefer (yani en azından atmosfer sınırları içinde). Bu sefer hikayemizde uzay gemileri, astronotlar, gezegenler yok. Dünya dışı bilinç sahibi yaratıklar için de yok diyeceğim ama onlar var. Sadece arka planda yer alsalar, ana hikayeyle direk bir temas kurmadan, sadece dünyanın geleceği tasvirinin bir parçası da olsalar yine varlar. Ve yazar, insanlığın bugünüyle ilgili eleştrilerini, dinle ilgili eleştirilerini, yaşamla, tüketimle ve benzeri dünyevi konularla ilgili eleştrilerini de bu dünya dışı bilinç yoluyla aktarıyor okuyucuya. Peki tüm bunlar yoksa ne var hikayede, bu sefer ana kahraman kim? Uzay Efsanesi ve Rama gibi serilerden alışık olduğumuzun aksine "Cennetin Çeşmeleri" nin ana kahramanı bir mühendis. Hem de öyle böyle bir mühendis değil, Cebelitarık Boğazı üzerine bir köprü tasarlamış ve inşa ettirmiş, dünyanın favori mühendisi. Mühendisimizin yeni projesi ise yıldızlara uzanan bir köprü inşa etmek.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://assets.inhabitat.com/files/carbon-nanotube.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://assets.inhabitat.com/files/carbon-nanotube.jpg" height="236" width="400" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
1900'lü yılların başında, ilk uyduların fırlatılmaya başladığı zamanlarda bir Rus mühendisi bir soru atar ortaya. Madem uydular gönderebiliyoruz, uzay mekaniği cisimlerin yörüngede sabit olarak kalmalarını sağlıyor, neden uzaya doğru bir asansör inşa etmiyoruz? O yıllarda mühendise verilen cevap basitmiş: çünkü bu imkansız. Bu cevabın geçerliliği ise 1900'lü yılların sonlarına doğru yitirmeye başlamış. Yine Rusya'da 1950'lerde labratuvarlarda ilk karbon nanotüpler görülmeye başlanmış. Mükemmel bir karbon zincirinden oluşan bu malzemeler o kadar güçlüymüş ki uzaya çıkacak bir asansör fikrini "lan, acaba...?" mertebesine çıkarmış. Uzaya çıkmakla ilgili onlarca kitap yazmış Clarke durur mu, zamanı biraz ileri sarmış ve teknolojinin bu fikrin bir projeye dönüşebileceği bir geleceği tasvir etmeye başlamış. Uzaya gitmek için ihtiyaç duyduğu şeyler elinde; fikir, fikri bir gün gerçek kılma potansiyeline sahip bir teknoloji ve fikrin gerçekleşmesini sağlayacak, teknolojinin yeterince geliştiği yıllarda yaşayan mühendis. Tabii çeşitli sorunlar, sıkıntılar olmadan direk düşünülen ve sonrasında inşa edilen bir asansörün öyküsü ne kadar okunası olabilir? Bizim de mühendisimizin projesini tamamlayabilmesi için pek çok sorunu çözebilmesi gerekiyor. Nitekim kitabın sonunda, olaylardan 1500 yıl sonraki dünya tasvir edilirken asansörün çok eski bir yapı olarak varlığını, uzaya köprü fikrini ilk okuduğunuz an öngörebiliyorsunuz (Tabii Clarke'ın tasvir ettiği haliyle olması baya zor).</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Clarke, herkese tavsiye edilmesi zor bir yazar. Bilimkurguya, teknolojiye, uzaya yabancı ve soğuk kişilerin zevkle okuması çok mümkün olmayan bir yazar. Kaldı ki tüm bunları sevenler bile yavaş kurgusu, az aksiyonu dolayısıyla bir kitabını okuduktan sonra ikincisine geçmekte tereddüt yaşayabilir. Fakat dünyasına bir kere girebiliyorsanız hayal dünyanıza bambaşka boyutlar katacak bir yazar kendisi. Öyle olmalı ki onunkiler kadar başarılı bilimkurgu kitaplarıyla çok az karşılaştık. Onun kadar başarılı yazar ise çok daha az.</div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5635692588098074173.post-87649943125626646462013-09-29T21:11:00.000+03:002013-09-29T21:11:39.620+03:00"Anne Ben Barbar mıyım?" - 13. İstanbul Bienali<div style="text-align: justify;">
<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=5635692588098074173#overviewstats" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"></a><a href="http://www.cut-online.com/cut/wp-content/uploads/2013/01/Bienal_Poster_3.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="640" src="http://www.cut-online.com/cut/wp-content/uploads/2013/01/Bienal_Poster_3.jpg" width="453" /></a>İstanbul Bienali, bu sene 13. yılına "Anne, ben barbar mıyım?" sorusuyla girdi. İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın düzenlediği bienalde, 14 eylül - 20 ekim tarihleri arasında İstanbul'da 5 farklı mekanda tüm dünyadan katılan sanatçıların eserleri sergileniyor. Sanat, sergi güzel, kaçırılmaması gereken etkinlikler, İstanbul'da her fırsatta gitmek, gezmek istediğimiz bir şehir diyerekten biz de bulduğumuz bir fırsatta atladık, gittik İstanbul'a. 2 gün haftasonu elverdiğince, gücümüz yettiğince bienali gezdik.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"Anne, ben barbar mıyım?" Lale Müldür'ün aynı isimli şiirinden bir alıntıymış. Bienalin başlığı olarak bu soruyla ilk karşılaştığımda bienalin bir kimlik sorgulaması tadında sanat eserlerinden oluşacağını düşünmüştüm. "Barbar" ı bildiğimiz, günlük kullandığımız anlamıyla alınca, yani "zorla, şiddetle istediğini yaptıran, genel kuralları hiçe sayıp kendi gücünün yettiği şekilde davranan..." olarak almıştım. Bir yandan bizim toplumumuza Avrupa'nın bakış açısı "barbar" olduğundan, toplumsal bir kimlik sorgulaması fikri uyanmıştı. Öte yandan Gezi parkı olayları ile, çeşitli söylemlerle (çapulcu, vs.) barbar etiketi yapıştırılmaya çalışılan insanlara ve onların hareketlerine, hedeflerine yönelik bir söylem olabileceğini düşünmüştüm (ikincisini gerçekten bienali gezmeye başlamadan önce mi düşündüm, yoksa şimdi aklıma geldi de önceden düşünmüş gibi gösterme fikri hoşuma mı gitti tam emin değilim. Bilinç değişik bir oyuncak). Tabii söz konusu bienal olunca kesin bir doğru ya da kesin bir yanlıştan söz etmek çok mümkün olmasa gerek. Sonuçta eserleri bu gözle inceleyince de eminim pek çok fikre ulaşmak mümkün. Bienali gezdiren rehberlerin özellikle vurguladıkları nokta ise şu: "barbar" kavramı, ilk çıktığı eski Yunan dönemindeki anlamıyla kullanılmıştır. O zamanlar şehirlerde yaşayan insanlar, kırsal kesimde yaşayan insanların ne konuştuklarını anlamazlarmış. "Ne diyor bu yabaniler, bar-bar-bar-bar diye bir şeyler konuşuyorlar" derlermiş (yani demişlerdir herhalde). Antik-Yunan zamanlarında Yunanca konuşamayan, Yunanlı olmayanları, ilerleyen zamanlarda Hristiyan olmayanları, sonrasında da batılı olmayanları tanımlayan bir kavram olmuş bu (Bienalin kavramsal ayrıntıları ile ilgili <a href="http://13b.iksv.org/">kendi internet sitesinde </a>yazanları okumanızı tavsiye ederim. Kavramsal Çerçeve başlığı baya dolu dolu bir başlık). Sergilenen eserler hem kamusal alan, kamusallık-evrensellik, hem de yabancılık, toplum dışılık konuları çevresinde dolanıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bienalin sergilendiği 5 mekan İstiklal caddesi üzerindeki Arter, Salt Beyoğlu; Eminönü'nden geçen tramvayın geçtiği cadde olan Kemeraltı caddesindeki Galata özel Rum İlköğretim Okulu, Rum okulunun biraz ilerisinde, İstanbul Modern'in yanında yer alan Antrepo no:3 ve Unkapanı tarafında yer alan 5533. Biz ne yazık ki kısıtlı zaman dolayısıyla 5533'e gidemedik, diğer 4 yeri gezebildik. Bienali gezmek ücretsiz, mekanlara istediğiniz gibi girip gezinebiliyorsunuz; isteyenler için ücretli rehberli turlar yer alıyor. Ben bu rehberli turlara katılmayı şiddetle tavsiye ederim. Alacağınız tek bir biletle 3 mekanda (Arter, Rum okulu, Antrepo) rehberli turlara katılabiliyorsunuz. Rehber arkadaşlar bienale ve sanat eserlerine çok hakimler. Açık bir şekilde vakitleri olsa her bir eserle ilgili uzun uzun bir şeyler anlatabilirler. Tabii rehberli turun süresi kısıtlı olduğundan vakitleri yettiği kadarını anlatıyorlar. Bir de bizim kadar şanslıysanız ve turlardan bir tanesinde sizden başka kimse yoksa rehberle uzun uzun sohbet etmek, eserlerle ilgili kendi fikrinizi belirtme fırsatınız oluyor. Üzerinde düşünmek, fikir belirtmek bienale daha bir dahil olmanızı sağlıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;">
<a href="http://www.harpofoundation.org/2/wp-content/uploads/2012/09/Time_Exchange_291_2009.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="307" src="http://www.harpofoundation.org/2/wp-content/uploads/2012/09/Time_Exchange_291_2009.jpg" width="400" /></a><a href="http://www.harpofoundation.org/2/wp-content/uploads/2012/09/Time_Exchange_291_2009.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><br /></a><a href="http://www.blogger.com/null"><br /></a>Arter'de sizi Jimmie Durham'ın "Kapıcı - (The doorman)" isimli heykeli karşılıyor. Çöplerden yapılmış bir heykel bu. Rehberimizin söylediğine göre Jimmie Durham eski Amerikan halklarıyla (kızılderililer, Aztekler, vb.) ilgili araştırmalar yapan bir aktivistmiş. Bu eseri, bu halklar için çok önemli olan volkanik bir taşla ilgili yaptığı araştırmalar sonucunda çıkmış. Sanatçı aynı zamanda çöp olarak atılmış nesneleri de çok severmiş. İşlevi bitmiş, ona yüklenmiş misyonunu tamamlamış bir malzemenin özgürlüğüne kavuştuğunu düşünürmüş. Bu şekilde onlara heykellerle yüklendiği misyondan farklı kullanımlar sağlayarak algı bozan bir yaklaşımı varmış. Benim bu anda "adam ne güzel özgürlüğe kavuşmuştu, sen ona yeni misyon verdin, aldın özgürlüğünü elinden. Oldu mu peki?" diyesim geldi ama sanatsal bir yapıya mühendissel bakış açısı katmak istemedim. Biraz ileride yer alan "Hector Zamora" nın çalışması yine Arter'deki ilgi çekici çalışmalardan biri. Duvara yansıtılan videoda bir mekan içerisinde birbirine tuğla fırlatan birkaç grup işçi görürüz. Yerde ise işçilerin kullandıkları kasketler ve eldivenler durmaktadır. Youtube'da "Inconstância Material" diye aratırsanız, Türkiye'de aynısı gerçekleştirilmiş ve Arter'de sergilenen vidyonun aslını izleyebilirsiniz. Çalışma ile ilgili ayrıntılı bilgiyi yine bienalin ana sayfasından erişebilirsiniz. Konuyu bienalin bakış açısıyla düşünmeye çalışınca tuğlaların, çalışmanın gerçekleştiği binayı (ya da vidyonun yansıtıldığı duvarı) ayakta tutarken o kadar sağlam gözükürken aslında ne kadar kırılgan olduklarını konuştuk. Barbar olan (atılan tuğlalar) ile olmayan (binayı oluşturan tuğlalar) arasında çok büyük farklılıklar bulunmadığı, bizim çalışmaya yönelik bir yorumumuz oldu. Arter'de yer alan (bizce) en vurucu çalışma ise Meksikalı, çok isimli bir sanatçının (ctrl+c, ctrl+v = José Antonio Vega Macotela) "Zaman Takası" isimli çalışmasıydı. Bir hapishanede gerçekleştirmiş sanatçı bu çalışmasını. Birlikte çalışmak üzere anlaştığı mahkumlardan bir şey yapmalarını istemiş, karşılığında da mahkumun bir isteğini gerçekleştirmiş. Mesela bir mahkum, hücresindeki sigara izmaritlerinden bir kolaj oluştururken sanatçıdan çocuğunun ilk adımlarını izlemesini istemiş. Eserler, bu bilgi ışığında bakılınca çok etkileyici, insanı kendi dünyasına çeken bir yapıya bürünüyor. Özellikle parmağını sürte sürte "Monte Cristo Kontu" kitabının üzerinde bir delik açan mahkumun bu çalışması bence çok başarılıydı. Hele ki kitap da benzer bir şekilde azimle kaza kaza yıllar yıllar içinde hapisten kaçan bir adamın hikayesini anlatıyorken.</div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://fotogaleri.ntvmsnbc.com/Assets/PhotoGallery/Pictures/0000484211.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="265" src="http://fotogaleri.ntvmsnbc.com/Assets/PhotoGallery/Pictures/0000484211.jpg" width="400" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Söz konusu toplum içinde yabancı olmak, dışlanmak, itelenmek, ötekileştirilmek olunca romanlar, Sulukule ile ilgili olan çalışmalar da hem bienal çerçevesine en iyi oturan hem de en etkileyici çalışmalardandı. Bu çalışmalar için Rum Okulu'nun en üst katında bir köşe ayrılmıştı ve Sulukule'deki "kentsel dönüşüm" ile ilgili bir belgesel gösteriliyordu. Antrepo'da ise bir odada Sulukule çıkışlı yeni nesil bir rap grubu olan Tahribad-ı İsyan için Halil Altındere'nin çektiği bir nevi klip gösteriliyordu. "Harikalar Diyarı" isimli şarkıları için çekilmiş vidyo, Sulukule'deki kentsel dönüşüme verilen bir tepki olarak çok başarılı bir çalışmaydı. Bu klip de dahil olmak üzere en çok eser, (bence) bienalin en etkili ve etkileyici mekanı olan Antrepo'da sergileniyor. Özellikle David Moreno'nun ölü maskeleri fotoğraflarına kağıttan huniler yapıştırdığı çalışması üzerinde düşündükçe farklı fikirler doğuran, benim en çok aklımda kalan eserlerden bir tanesi. Biraz uzaklaşıp baktığınızda hunilerin gölgeleri fotoğrafların ağızlarına yerleştirilmiş birer konuşma balonuna dönüşüyor. Tabii konuşma balonlarının içi siyah olduğundan (gölge sonuçta) ölü maskeleri sizinle, sizin anlayacağınız şekillerde konuşamıyor. Bir sonraki esere bakmaya geçerken hala daha içimde bir dürtü dönüp bu çalışmaya bakmamı, onun anlattıkları üzerinde daha fazla düşünürsem daha iyi anlayabileceğimi söylüyordu. Antrepo'da öyle bir çalışma var ki gözden kaçması çok mümkün, ama kaçırmadığınız zaman çok memnun olacak, etkileneceksiniz. Hemen girişte sağ tarafta bir çocuk atölyesi var, görevli birkaç arkadaşın çocuklarla birlikte çalıştıkları bir oda. Bu odanın devamında ise gizlenmiş başka bir oda daha var. Bu gizlenmiş odada kağıtlardan şekiller kesilmiş, masanın üstüne koymuş. 2 tane de fener bırakılmış odanın bir kenarına. Siz fenerleri kağıtlara tutarak arka duvarda kağıtların gölgelerini düşürüyorsunuz. Yaklaştırarak, uzaklaştırarak, ışık kaynağının yerini değiştirerek bir nevi gölge oyununun yönetmeni oluyorsunuz. Yan atölyede ise çocuklar, gölge yaratacak kağıttan yeni figürler (ağaçlar, binalar, insanlar, vb.) oluşturuyorlar. Sanıyorum Ankara'ya dönüş otobüsüne yetişmemiz gerekmeseydi en az yarım saat oyalanırdık o odada.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Güzel, etkili olan her eserle ilgili bir şeyler yazamıyorum; bienali anlatan kitap yaklaşık 500 sayfa, benim gücüm ancak aklımda kalan birkaç eserle ilgili aklımda kalan birkaç yorumu paylaşmaya yetiyor. Zaten eserler; haklarında bir şeyler yazılmasına (monolog) değil, konuşulmasına, tartışılmasına, farklı düşüncelere yol açılmasına (dialog) yönelik çalışmalar. İstanbul'un sanat dolu sokakları, bienal çatısı altında sizleri bekliyor. En az 1, en fazla 3 arkadaşınızla gidin, gezin, konuşun, bakının, düşünün, yorumlayın. (Yazımı hepimiz barbarız diye bitirmek istiyorum ama sanata değer veren insan kostümünü son anda barbar dürtülerle çarçur etmeye de gönlüm elvermiyor. İç çelişkiler dünyası...)</div>
M.Bakihttp://www.blogger.com/profile/06652955486858630060noreply@blogger.com0