Mine Söğüt'ün son kitabı olan "Deli Kadın Hikayeleri" nden bahsetmiştim bir zamanlar. O zamanlar Mine Söğüt, kitapevlerinde karşıma çıkan ilginç bir isimdi, bir yandan merak ediyor, öte yandan sırf kapağına bakılıp kitap alınır mı diyordum. Tabii kitap tasarımlarını, eşi Bahadır Baruter'in yapıyor olması pek bir çekici geliyordu bana (Bahadır Baruter benim özellikle eskiden "Lombak" dergisinde yayınlanan Ruhaltı çizimleri olmak üzere çizimini çok beğendiğim bir karikatürist). "Deli Kadın Hikayeleri" beni çok etkilemişti, Mine Söğüt böylece takip ettiğim bir yazar oldu benim için.
Memo Tembelçizer'in Lemanyak günlerinden kalma "Lemanyak Şehitleri" köşesine pek çok kereler Miki ve Biki olarak misafir olması sonucu çok sevimli, çok sevecen, neşe dolu bir kadın portresi çiziyordu Mine Söğüt; öte yandan böyle sevecen bir iç dünyası olan bir insanın bu tür şeyleri (acı çeken kadınlar, kadına şiddet, deliren kadınların hikayeleri) bu kadar çarpıcı bir şekilde betimlemesi ilginç gelmişti bana. Mine Söğüt'ün nasıl bir insan olduğunu Lemanyak Şehitleri'ni, ya da çeşitli sitelerde denk geldiğim röpörtajlarını okurken iyice merak etmiştim. Bu konuda tüm sorularımın cevabını Burak'la birlikte geçtiğimiz hafta katıldığımız CerModern'deki söyleşisinde aldım.
Mine Söğüt, tam Memo Tembelçizer'in çizdiği gibi, sevimli, neşeli, sevecen bir insan. Anlattığı öykülere hiç uymayan, ince bir ses tonu ve melodili bir konuşma tarzı var. Kitaplarının kaynağı, acı, şiddet, delilik dolu hikayelerin çıkışı ise gazetecilik geçmişinde saklıymış. Yıllarca gazetecilik yaptıktan sonra bir süre Öküz dergisinde yazıları yayınlanmış. Söyleşide söylediği üzere artık televizyonu ve gazeteleri hayatından tamamen çıkarmış. "Süreçleri uzun uzun anlatarak dikkatimizi dağıtıyorlar, sonuçları görebilmemizi engelliyorlar" diyor gazeteler için. Güncel hayatı internetten takip ediyormuş artık. "Süreçleri okumaktansa sonuçlara bakınmakla yetiniyorum" diyor. Kitap yazarken belli bir düzeni olmadığını anlattı söyleşide, "Yazmak; yemek ya da içmek gibi. Nasıl ki acıktığınızda yemek yer, susadığınızda su içerseniz, bunları yapmak gerektiğinde değil, içinizden -doğal yollarla- yapmak gelirse yazmak da benim için o şekilde" diye anlattı (tabii anlattıklarını kayda almadığım için birebir cümleleri değil bunlar). Çoğunlukla bir melodi yakaladığında, o melodiye göre yazarmış. Yazının bir müziği olduğunu, yazı yazarken de çoğunlukla o müziğin peşinde gittiğini söyledi. Kitaplarıyla ilgili soru soran insanlara, bir cevap vermeden önce "siz nasıl düşündünüz?", "siz nasıl değerlendirdiniz?" gibi sorular sorarak olayı bir soru-cevap söyleşisinden çıkartıp daha bir sohbet, tartışma, paylaşım ortamına dönüştürmesi de hoş bir ortam yarattı. Tabii 20 virgülle, 10 satırlık cümleler kuran abilerimiz bambaşka bir tat kattılar söyleşiye, o konuya çok fazla girmesek olur sanırım. Burak arkadaşımızın "Kadınların gözünden onların hikayelerini anlatıp ardından da onları deli olarak nitelendiriyorsunuz. Delilik çok güçlü bir kavram, sizin için, kitaplarınızda delilik nerede duruyor? Delilik sizin için ne anlam ifade ediyor?" sorusu geceye renk katan, cevaplamadan önce Mine Söğüt'ü düşünmeye iten sorulardan bir tanesi oldu (soruyu yanlış yazmamışımdır umarım). Ben de gecenin sonunda pişmiş kelle gibi sırıtarak elimde kitapla imza sırasına girerek renk kattım; ama sanırım sadece kendi suratıma. Bir noktada heyecanlanıp kitabı Burak'a verdim, "al abi sen imzalat" dedim ama kendisi son dakikada kitabı elime geri tutuşturup "hadi bakalım" dedi. Ben de "ehe" diyerek kitabımı kendisine uzattım, imzalatmak üzere. Sonrada kırmızı kulaklarla topuk (biraz fazla heyecanlanabiliyorum bazen)...
Gelelim imzalattığım kitaba. "Deli Kadın Hikayeleri" ni okuduktan sonra kitapevinde bir gün "Beş Sevim Apartmanı - Rüya Tabirli Cinperi Yalanları" kitabına bakınıyordum. O sırada yanımdan geçen bir genç "çok etkileyici, harika bir kitap. Bence okumalısın" diye tavsiyede bulunup yoluna devam etti, ben de aldım kitabı. Hikayemiz "Beş Sevim Apartmanı" nda açılıyor. 5 katlı Beş Sevim Apartmanı'nın her katında başka birisi yaşamaktadır. Dışarıdan bakan komşuların bilmediği şey, bu 5 garip insanın 5'i de delidir. Binanın bodrumunda yaşayan, kimsenin orada yaşadığını bilmediği psikolog doktor Samimi'nin hastalarıdır bu 5 insan. Cinler ve periler yüzünden delirmiş bu 5 kişiyi doktor Samimi belli bir amaç doğrultusunda binaya getirmiştir. Doktor Samimi'nin ve apartmanın öyküleri de dahil olmak üzere bir yandan tüm bu insanların öykülerini okurken bir yandan da doktor Samimi'nin günlüğü doğrultusunda onun yaptıklarını, amaçlarını izleriz. "Beş Sevim apartmanında garip bir şeyler oluyordu" diyerek başlayan kitap, apartman sakinlerinin (pek de sakin olmasalar da) hikayelerini anlatarak yavaş yavaş başladığı noktaya doğru ilerler. Bir yandan da bize aile içinde, çoğunlukla anne-babalarıyla yaşadıkları acılar, sorunlar, sıkıntılar yüzünden deliren, cinlerle perilerin dünyasına düşen insanların hikayelerini anlatır. Cinperilerin diyarında yaşayan tüm bu insanların hayal dünyalarının artlarında bir de gerçekte yaşadıkları vardır. Cinlerle perilerin onlara musallat olması boşuna değildir.
Yarattığı binbir türlü yaratıkla masalsı anlatımıyla, kurduğu karanlık dünyalarla, kendisinin de bahsettiği yazılarının müziğiyle, söyleşiye gelmiş birkaç öğretmenin uzun övgüler dizdiği başarılı betimleme gücüyle ("kitabı okurken o patlıcan yemeğinin tadını resmen damağımda hissettim" - hangi kitaptan bahsettiklerinden emin değilim) yakın takibe alınması gereken bir yazar Mine Söğüt. "Kırmızı Zaman" ve "Şahbaz'ın Harkulade Yılı 1979" söyleşide en çok bahsi geçen kitaplardı. Benim sıradaki hedefim bu iki kitap olacak. Kendisini hiç okumamış olanlar içinse zaten ilk kitabı olan "Beş Sevim Apartmanı" güzel bir başlangıç olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder