4 Kasım 2012 Pazar

Skyfall - 2012


50 yıllık Bond efsanesinin 24. film adımında tekrar nefesler tutuldu, patlamış mısırlar kucaklardaki yerlerini aldı. Zamanın güncesinin nabzını süreki tutan seri, bu sefer kendini değiştirmiş bir şekilde, derli toplu, temiz bir  soğukkanlılıkla, günümüzdeki düşman tanımsızlığı ve güven korkusu temalarını izleyiciye iki buçuk saatte mükemmel bir anlatım ve aksiyon ile sunuyor. 

Daniel Craig'in Bond tiplemesinde bu sefer konu gayet az ve öz. MI6 bir yandan her zamanki gibi huysuzlaşan bürokrasi ile uğraşırken, bilinmeyen bir örgüt tarafından açık bir mesajla saldırıya uğrar. Saldırı o kadar ustaca olur ki, örgüt kendini belli bile etmez. Tehlike çemberinin an ve an daralmasıyla iş yine, M direktörlüğünde, usta alan ajanı James Bond'a kalır.

Çok klas bir yapım Skyfall. Kalitesini işleye işleye, gittikçe yükselten yapımlardan. Belirli bir temanın peşinde, sağına soluna bakmadan, yerli yerindeki 'foreshadowing'leri ile kovalayan, adeta Bond gibi bir görev adamı Skyfall. Eski bond filmlerindeki gibi yüksek dozlu aksiyon, 'funky' araç gereçler, uçan yolcu koltuğu, patlayan kalemler, uydudan çıkan ışınlar yok. Skyfall bunlara oyuncak gözüyle bakan, gerçekçiliği steril ortamlarda doyuma ulaştırmış; fakat klaslığından da ödün vermeden adeta idealar evrenindeki  kadar duru bir görüntüyle işleyen bir film. 



Yeni Dünya Düzeni, 'Espionage' ve 'Rogue Agent' anahtar kelimeler. CCTV'lerin, uyduların sürekli kontrol ettiği, retroluğun sadece moda olduğu, yeni nesil teknolojinin acımazca yüzümüze vurduğu bir uzamda Bond'un eski nesil alan ajanı olarak yaşadığı zamanla olan savaşı apaçık. Film eski ve yeninin işleyişini aslında çok iyi yapıyor. İstanbul gibi bir mekanda başlayan kovalamaca sahnesiyle, Bond klaslığını kapalıçarşı ile buluşturuyor. Medeniyetlerin buluşmasını, bu sefer Çin'e Şangay'a giderek, aşırı güzel bir mavi-siyah siperpunk'ı ile taçlandırıyor. Çin'in yeni yüzünün ardından, geçilen Macau şehriyle geleneksel yüzünü de göstererek, filmin sürekli bir devinimde olduğunu belirtiliyor. 

Yeni ve eski ikilemi sadece çevreye değil, Bond'a da hakim. Görevine kısa bir süre ara veren ajan, yeni tehlikeyle tekrar göreve başlamasıyla 'I'm too old for this sh*t' yergileri sırasıyla başlıyor. Distopya ile bezenmiş, mavi beyaz ve kırmızı ile çevrili İngiltere imparatorluğuna zerre kadar şüphe duymadan inanan Bond kendisinin artık yetersiz olduğunu, çevresel faktörler ve karakterler üzerinden düşünürken, içsel bilinç akışını arada bir dışarı vuruyor. Yeni oyuncak üreticisi Quartermaster ile yaşadığı gençlik-yaşlılık çatışması bunun net bir örneğiyken, M ile sürekli olarak yaşadığı emeklilik mesajlı diyalogları destekler nitelikte örneklerden. 


Casino Royale ile geri dönüşün zafer mahmurluğunu güzel bir biçimde Quantum of Solace hüsranı ile yaşamışken, bu sefer ekip aklını başına devşirip kendine gelmiş. Film o kadar klas ki, önceden belirttiğim gibi adeta idealar evrenindeki bir Bond hikayesi izliyormuşuz gibi bir his yaratıyor. Pis bir şeyin sahnede adeta yerinin olmadığı, her şeyin en güzelinin, en temizinin, en sterilinin yer aldığı bir arenadayız bu sefer. Bond filminde toplam akan kan miktarının yaklaşık 200 mL gibi cüzzi bir miktarda olması bunun en net delili olabilir. 

Oyunculuk çok yerinde. Esaslı bir Bond kızının olmaması elbette beni de üzdü; fakat Daniel Craig'in robotik bir İngiltere ajanı portresi ile Judi Dench'in o tatlı mı tatlı karakterinin çevresinde kurulan İmparatorluk betonu gibi sert disiplinin getirdiği amir imajı hala kalitesini korurken; ekibe yeni katılan Ralph Fiennes ve Ben Whishaw ve Javier Bardem gibi aktörler filmi çok daha iyi bir noktaya getiriyorlar. Javier Bardem - Silva, bence abartıldığı kadar yok; ama itiraf ediyorum, son Şapel sahnesindeki performansından ben de çok etkilendim. Duyduğu nefreti, yılların öfkesini bir anda harcamak istemeyen bir adamın geçirdiği sinir harbi sadece 10 - 15 saniyelik yüz ifadeleriyle bu kadar güzel anlatılabilirdi. 

Evet filmde çok saçma noktalar var. Rush-hour zamanı boş trenin düşmesi, hack olaylarının hala görsel olması, MI6'da hala mouse kullanılmaması, İstanbul'dan trenle beş dakikada Anadolu'da olmaları, mahkeme salonunun yolgeçen hanı olması gibi mevzular, üzerinde çok durulursa düşürecek şeyler; ama adamlar Aspava patatesi gibi film yapmışlar, ne gerek var bu analizlere demeden edemeyeceğim. Boşverin lan, manyak mısınız? (Açıkçası biz de filmden çıktıktan sonra ilk yarım saat filmin iyi yönlerinin analizi yaptık, sonraki yarım saat ise bu saçmalıklara gülmek oldu, olacak o kadar, izleyici bu yüzden yok mu zaten?)


Yeni Adele'li intro benim için filmin artı yanlarından. Chris Cornell'li Casino Royale introsu hala benim için Craig'in en iyi introsu; ama Adele'nin de hakkını yememek lazım. Skyfall parçası bambaşka güzelken, intro filmin müthiş bir özeti. Tam puan introya. 

Cesur Yeni Dünya, İngiltere İmparatorluğu, İstanbul Kapalı Çarşı, Şangay Siberpunk'ı, Macau'daki Komodo Ejderleri gibi eski ile yeninin, CCTV ile Aston Martin DB5'in, ergen Q ile deneyimli M'in geçişlerinin pürüzsüz yapıldığı, değişime gittiğini bangır bangır bağıran bir adım Skyfall. Ve de kesinlikle sadece bir erkek filmi değil. 

2 yorum:

  1. Yakin zamanda seyrettigim, Istanbul'da gecen yabanci aksiyon filmlerinin (International, Taken2, Skyfall) hepsinin iki kitaya yayilmis sehirde baska yer yokmus gibi (belki ucuza geliyodur bilemeyecegim) Sultanahmet'in catisinda yer alan sahneler icermesini de bir konussak mi ne yapsak?

    Skyfall'da hic yoktan motocross'u dahil edip bir degisiklige gitmisler.

    Bir de TR'de trafikte efendi efendi bekleyen taksiye carptiktan sonra, Eve topuklayana kadar taksici levyeyle onun aklini coktan alirdi onu da belirtmem lazim...

    YanıtlaSil
  2. Sultanahmet'in çatısı olayına ben de takıldım hocam. Bu sefer motocross'lu olması olaya yeni bir tat getirdi evet, ama o manzaraya demek ki tav oluyor bu gevurlar diye düşünüyorum, yoksa bir açıklaması yok yani.

    İstanbul introsunda taksiciyle ile, Murat'ın yorumu olan 'Abi araba kovalamaca sahnesi çekilecek son yer değil mi ya İstanbul ara sokakları?'na yüzde yüz katılmakla beraber, Adana'da yediği o Türk kızının abiler, amcaları, dayıları Bond'u ellerinden nasıl kaçırdılar merak etmiyor değilim. Bond filmde açık açık bir kızı yedi, ona bizim mahalleden oldu anasını satayım(!).

    YanıtlaSil