13 Mart 2022 Pazar

Ateş

 Kötü bir havaydı. Yıpranmış bir haldeydim, ufak bir ateş yakmanın iyi geleceğini düşündüm. İlk ateşi tutuşturmak için gerekenler zaten vardı, hafif harlamak yeterli gelir gibi gözüküyordu. Ateşi yakmak gerekli gibiydi, ben ihtiyacım olduğuna inanmıştım. Dedim ya, hava berbattı, ateş gerekiyordu. Ateş çok şey için en net çözüm gibidir; ısıtır, yeterince aydınlatır, istenmeyen haşaratları uzak tutar. Gerekirse silah olarak kullanılabileceğini bile söyleyenler var. Hepsinin de ötesinde bir bağımlılık. Ateşi yakarsın, harlarsın, sonra da karşısına geçer, hipnotize olur, izlersin. Sen istemesen de beyninin anahtarını eline alır. Önce kafanın tamamen boşaldığını sanırsın. Zihninin kontrolünü kaybedersin; senin istediklerin değil, ateşin gösterdikleri kafanın içini doldurur. Aklın, düşüncelerinin akışı senin kontrolünden çıkar. Alevlerin dansı, bir daldan diğerine zıplaması, önce bir odunu, sonra diğerini eritip yok etmesi, rüzgarla bir coşup bir sönmesi, sürekli yön değiştirmesi, kontrol edemediğin şekilde seni ele geçirir. Odunlar küle döndükten, ateş hafifledikten sonra ancak kendine gelirsin. Saatlerdir sadece izlediğinin farkına varırsın.

Bir miktar odun toplamıştım öncesinde zaten, ama benim topladıklarımın yanında etrafta hazırda da bolcası vardı. Ateşi başlatacak ilk odunları seçtim; en ince ve uzun olanları bir Kızılderili çadırı gibi dizdim. Çadırın kapısına denk gelecek şekilde boşluk bana bakıyordu, o boşluktan içeri kolay tutuşacak yaprak, kabuk, kavı doldurdum. İlk kıvılcımı da bu kapıdan sokacaktım çadıra. Kav alev alacak, etrafındaki ince dalları, ince dallar da bir üst katmandaki nispeten kalın dalları tutuşturacaktı. Alevler oluştukça ve büyüdükçe daha kalın, daha kalın... Derken benim desteğime ihtiyaç duymayan, kendi kendine yetebilen bir ateş ortaya çıkar. Odun yığını yanımdadır, zaman zaman ateş zayıflamasın diye, zaman zaman sırf keyfine birkaç dal atarım ateşe.

Ancak o sefer hava kötüydü. Keyifli bir ateşten bir miktar daha güçlü bir ateşe ihtiyacım vardı; kurumak, ısınmak istiyordum. Ateşi büyütmek istiyordum; elimin altındaki odunları ne kadar beslesem de yeterli olmuyordu. Yorgunca kalkıp ulaşabildiğim kalınca bir kütüğü kaldırıp ateşe attım. Ateşin kalınca bir kütüğü tutuşturmak için yeterli harda olduğunu, beni yormadan alev alacağını düşünmüştüm. Ateşe kendi toplamadığınız bir odun atmak risktir. Kütük bir böcek yuvası olabilir, siz ateşe atınca bir sürü böceğin deliklerden acıyla kaçışarak ateşe koşuşlarını, dehşet içinde izleyebilirsiniz. Ya da kütük sandığınız şey plastik bir çöp çıkar ve ortalığı bir anda berbat bir koku sarabilir. Benim sıkıntım başka türlüydü; bir su birikintisi nedeniyle ıslak ve yosunlarla kaplı kütük, ateşe atınca ortalığı dumana boğdu. Rüzgar nedeniyle duman bana yönlenince nefes alamaz, önümü göremez oldum. Nereye kaçtığımı göremeden, öksürük kriziyle kendimi zar zor bir kenara attım. Önce nefesimi toparlamaya, yeniden temiz havanın ne olduğunu hatırlamaya çalıştım. Gözlerimdeki yaşları temizledikten, nerede olduğumu tekrar görmeye başladıktan sonra yeniden düşünebilmeyi başardım.

Hava bozuktu. Ben topladığım odunları gündüz gözüyle, nispeten kuru bir bölgeden getirip yığmıştım. Oysa ki ateşi yaktığım bölgede etrafta bulunan odunlar bol miktarda su çekmişlerdi. Onları ateşte kullanabilmek için önce kurutmam gerekiyordu. Ateşin biraz ötesine yere iki sağlam odunu sapladım. Kalınca, nemli odunları ateşi görecek şekilde bu iki desteğe yaslayarak üst üste dizdim ve kurumaya bıraktım. Aynı kurutma tesisinden bir tane sağa, bir tane de sola kurdum. Ben ve kurumakta olan 3 odun yığını ateşin etrafını 4 bir yandan sardık. Topladığım kuru odunlar bitene kadar ıslak odunlar da kurur ve kullanıma hazır hale gelirdi. Her şey kontrolüm altındaydı. Odun tesisleri rüzgarı da bir miktar kestikleri için ateşin dumanı da artık rahatsız etmiyordu. 

Keyfim yavaş yavaş yerine geldi. Zihnimin kontrolünü yavaş yavaş bıraktım, kendimi ateşe kaptırdım. Ne düşündüğümün de, ne yaptığımın da farkında değildim. Hava kötüydü, yıldızlar gözükmüyordu. Ateşten başka izleyebileceğim bir şey, ateşten başka duyabileceğim, düşünebileceğim, ateşten başka hiçbir şey yoktu. Yavaş yavaş tüm benliğim, tüm varlığım ateşe teslim oldu. Odunlar ateşte yanıyor, ben ateş oluyordum. Ateşi besledikçe heyecanım arttı, keyiflendikçe ateşi büyüttüm. Topladığım odunları art arda ateşe atmaya, ateşi büyüttükçe büyütmeye başladım. Rüzgar ateşi savurdukça, harladıkça içim içime sığmaz oldu. Hipnotize olmuş, ateşin kalbine kilitlenip kalmıştım. Bu kadar bağlanmamış olsam kurumaya bıraktığım odunların yeterince kuruduklarını ve kavrulmaya başladıklarını fark edebilirdim. Belki fark etsem onları da ateşin içine atar, daha da coşardım. Bana kalmadan, rüzgarın coşturmasıyla bir anda önce bir odun yığını, sonra diğeri alev aldı. Ben ne olduğunu anlamadan alevler bir sağa, bir sola yayılmaya başladı. Kurunun yanında yaş odun da yanmaya başladı, kelimenin tam anlamıyla.

Kötü bir hava vardı. Biraz ateşe ihtiyacım vardı. Sadece biraz ateşe ihtiyacım vardı. Biraz ateşe ihtiyacım var sanmıştım. Biraz ateşle toparlarım, geceyi rahat geçiririm sanmıştım. Biraz ateş yeterli olurdu. Biraz ateş hiçbir zaman yeterli olmaz. Biraz ateş yoktur. Ateş vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder