21 Temmuz 2017 Cuma

Şarkılarla Ankara Sokakları

Bugün Ankara sokaklarında kendimce ufak bir tura çıktım. Neden? Özel bir neden yok. Çünkü yapabiliyordum. Çünkü günlük işlerim bunu gerektiriyordu. Uykusuzdum, uzun zamandır yapmadığım bir şeydi. Hava biraz kapalıydı. Ben dolmuştan indiğimde gök gürlemeye başlamıştı bile. Yağmur yağacağı hava durumunda dünden yazıyordu zaten. Yağmur yağması için en güzel zaman yürüyüş yapacağınız zamandır. Ya da dolmuş beklerken. Milli kütüphanede ODTÜ dolmuşu beklerdim eskiden, okula gitmek için, sabahın 8'inde. Biraz ileride Hacettepe servisi bekleyenler olurdu, kiminki daha önce gelecek diye kendimce kafamın içinde bir yarışa girerdim. Genelde Hacettepeliler kazanırdı. 2 tane Hacettepe servisi gelir, dolar, giderdi. O arada bir tane ODTÜ dolmuşu geçerdi. O da ağzına kadar dolmuş, en soldan bastırmış, gidiyor. Kaldırım kenarına yanaşmıyor bile. Hava yağmurluysa arabalar kaldırıma özellikle yakın geçerler. Gökyüzünden gelen yağmurun yeterli olmayabileceğini düşünüp bir de yeryüzünden yağmur gelmesini sağlamak hevesiyle. Hemen yanınızdan geçip saçlarınızdan çamur damlamasına neden olan kadın, 2 adım ötede, Kültür Bakanlığı'nın otoparkına girer. Sanki yeni nesil jölenizin sorumlusu kendisi değilmiş gibi yanınızdan geçerek Kültür Bakanlığı'na girer. Dolmuş gelmemeye devam eder. 10 dakika geç kaldığında derse almayan hocanın dersi için 15 dakika dolmuş beklemek bir ömür gibidir. 

İki gün önce şans eseri bir yerde insanın içine işleyen bir şarkıya denk geldim. Voo Voo - Gdybym. Bahçeli metrosunun ilerisinde, Yunus Emre parkının karşısında yeni açılmış bir kafe, adı ...Tiramisu idi. Şarkının kendisi çok güzel, sonlara doğru Azerice kısım ise insanı ayrı bir etkiliyor. Zaten melankoliye yakın/yatkın bir insanım. Çünkü eski günleri özlüyorum. Eskiden de eski günleri özlerdim. Sanırım seneye de bu günleri özlüyor olacağım. Çünkü hepinizi çok seviyorum ve sizinle geçirdiğimiz o günler hep çok güzeldi. Bu günler de çok güzel, ama geçmiş de çok güzel ve bu melankoli. "Ne bir dost, ne bir sevgili. Dünya'dan uzak bir deli." Voo Voo - Gdybym ihtiyacım olanı verdi bana. Sonra da Yunus Emre parkına gidip hanımeli kokusu altında dolandık, o eskimeyen eski dostlardan biriyle. Ankara en güzel melankoli duygusuyla gezilir. Bir de Ankara'yı hissettiren, içinde Ankara geçen şarkılarla. Ankara şarkıları. Onlar da melankolidir zaten. Mesela "Ankara'dan abim geldi". Tam bir Ankara şarkısı. "İçimi kemirir durur çok zaman. Olur olmaz bir yerden, olur olmaz sorular". Tabi şarkı aslında "Ankara'dan abim geldi, evde bir bayram havası" diyor. Yani aslında şarkı Ankara haricindeki her yerin şarkısı. Çorum da olabilir, Denizli de, Artvin de. Ama Ankara'da geçiyor olamaz çünkü abim Ankara'dan geliyor. Ama bence tam bir Ankara şarkısı. "Açılır zaman zaman bir kapı, olur olmaz bir yerden, olur olmaz bir yere". Yağmur ufaktan atıştırmaya başladı. Şırıl şırıl yağar şekilde değil, büyük sağanağın geleceğini haber veren tıpırtılar şeklinde. Mesela 15 dakika yürüyüşte, telefona gelen bir mesajı okurken ancak 2 adet yağmur damlası düşüyor ekranın üzerine. Ama bastıracak, kesin, ve ben yolda olduğum için ıslanacağım. Çünkü yağmur yağdığı için hedefimden sapmam, yağmur geçene kadar bir yerlere sığınıp beklemem. Gideceğim yere gidene kadar devam ederim, kafama ne koyduysam o. Yağmuru severim hem. "Yağmur dönerken kara, yavaşça süzülen yola. Araba dolusu bir tuhaf seven, şarkılar çalan söyleyen" Kuğulu parktan giriş yapıyorum Tunalı'ya. Hava güzel, güneşli olsa al bir paket çekirdek, banklardan birine otur yarım saatliğine. Devri-Alem'i es geçiyorum bu seferlik. Zaten yeni aldıklarım dağ olmuş, yığılmışlar. Hedefimde Kızılay var, elimden geldiğince vakit kaybetmemeye çalışıyorum. 

Bestekar yeni hüzünlerle dolu. Lins kapanmış, kapıdaki ağaçları/çalıları budamışlar. Bir gün gelip de Natura'nın kapandığını gördüğümüz zamanları hatırlıyorum. Natura'daki ilk buluşmalar hatırlanmış, hayıflanılmıştı. Şimdi o hayıflanmaları özlüyorum çünkü bugünlük tek başımayım. Lins'in kapanmasına tek başıma hayıflanıyorum. Biraz da mazoşist melankoli, yoksa yarın bu yollarda dostlarla geçerken daha hüzünsüz bir hayıflanma ile "Lins de kapanmış ya" diyeceğiz. Bestekar'ın sonundan, o ince aradan Akay'a geçiyorum. Bir zamanlar mühendisler odasının binası mıydı burası? Bir ara sanki Demokrat Parti'nin atı mı vardı girişte? Bina ne olursa olsun, o ara geçit hep bir gereksiz kestirme olarak oradaydı. Bir zaman duvarında grafitiler, ilanı aşklar, uzunca bir süre Transmetropolitan'ın gözlüğü, sık sık şiir sokakta şiirleri. Şimdilerde en net göze çarpan ise Avareler çalışması "bol kaşarlı - apolitik - dokunmatik bu çağın türküsüdür". Akay'dan Konur'a geçiyoruz. Yani ben geçiyorum. Sigara içen, kafa tokuşturan liseli gençler var etrafta. Her yer sarı lacivert, çünkü o sene bu sene. Etrafta IF konser takvimleri. IF'in Ankaralılar için bir ceza olduğunu düşünmüşümdür hep. Yıllarca en dinlemek istediğim gruplar hep IF'e geldiler. Küçücük, basık bir mekan, biraz arkalarda kaldın mı sahneyi görmene imkan yok. Hele ki Yasemin Mori, Elif Çağlar gibi minyonlardan biri geldiyse. Üstüne bir de "damsız almıyoruz" dedikleri günleri bile gördük. Ulan rock konserine gelmişim, ne damı? Sen içeride kim çalıyor biliyor musun? Bilmezsin tabi, Metropolis'i kim bilir ki zaten. Ankara'nın 2000lerde rakçı olan gençleri belki bilirler. Çünkü Metropolis de Ankaralı eski rakçılardan. Tüm Ankaralı rakçılar gibi kesin o Tunus - Kennedy köşesindeki terkedilmiş evde klip çekmişlerdir. Hatta hatırlıyor gibiydim öyle bir klip, açtım baktım. Karabasan şarkılarının klibi oradaymış. En güzel şarkılarından da biri. Şu hani Avareler'in "Ben sana blues dinleme demiyorum..." serisinden Ruhi Su'yu astıkları ev. IF'in en kötü özelliği ise konserlerin perşembe akşamı olması. Çünkü Ankaralılar müzik dinlemesinler, neden cuma-cumartesi akşamına konser koyalım ki? 

Melankoli, Olgunlar'ı geçtikten sonra bir kere daha geliyor, vuruyor. Hey gidi Megapol sineması, kapandın kapanalı kapalısın. Metropol hala çalışıyor, Ankapol Jolly Joker oldu, Megapol herhalde 10 yıldır falan kapalı. Acaba Kızılırmak ne alemdedir? Kapanır mı o da bir gün? Meşrutiyet'i geçiyorum ve Kızılay'ın üçüncü boyuta geçtiği yerler başlıyor benim için. Artık tüm binalar sadece sokak boyunca değil, yukarı doğru da kafeler, barlar, hatıralar. Kalitesinden yıllarca hiçbir şey kaybetmeyen ve kazanmayan Kitapça, herhalde Konur'daki 15. yılını devirmiş olsa gerek. Karşıda yukarıda Lazut kafe. Hep "bir gün gideceğim" deyip hiç gitmediğim yer. Üstünde Roxanne. Sokağın sonuna doğru İnsan Hakları Heykeli. Polis ablukasına alınmış, çitlerin arkasında kitap okuyor. İnsan Hakları Heykeli'nin gözaltına alınmış olması tabi Türkiye'de olmayacak şey değil. O yine çitlerin arkasında da olsa kitabını okuyor. Asıl üzücü olan az ilerideki oturan teyzenin artık orada olmaması. Sırf o teyzenin yanında oturmak için o bankta oturulurdu. Karşıdan Batman t-shirtlü bir çocuk geliyor. Şu Cevizlidere'deki elektrik kutusuna spreyle batman logosu basan çocuk bu mudur ki? Ya da Gaziosman Paşa tabelasını Tosun Paşa yapan belki?

Yönüm dolmuş durakları, ama kendine mıknatıs gibi çeken Dost var. Haziran dergilerine bakmak için şöyle bir uğramaktan zarar gelmeyeceğini düşünenler (çünkü tüm bu olanlar Haziran'da gerçekleşmişti, bu yazıyı da Haziran'da yazmıştım ben.) kendilerini bir anda bilimkurgu reyonunda okuduğu/okumadığı kitaplara bakınırken bulur. Dost'un Kızılay'da 3 dükkandan 1'e düşmesi üzücü bir süreç olmuştu, ama o bir dükkanı o kadar güzel yenilediler ki sırf içinde şöyle bir dolanmak için yolumu uzatıp buralardan geçtiğim oluyor (çok sık. Hatta sırf Dost'u gezmek için Kızılay'a geldiğim bile oluyor). Yeni çıkacak dedikleri kitap (çık buradan) gelmemiş daha, son çıkanlar reyonunda yok. Hadi çizgi (hayır, sakın) romanlara şöyle bir (çık) göz atayım. Aslında almadığım (yapma) çizgi romanlar baya birikmedi mi? En son ne zaman yeni çizgi roman almıştım? (dünden önceki gün sipariş ettin, yarım saat önce kargonun eve teslim edildiği mesajı geldi) Hadi tamam, kitapların (son kez uyarıyorum, çık) arasında kendimi kaybediyorum, bari müzik albümlerine (çıksana lan) bir göz atayım. Yeni çıkan (yeni çık, yine çık) albümler neler varmış... demeye kalmadan kandırıyorum kendimi. Elimde birikmiş dergileri, kitapları, çizgiromanları, müzik albümlerini teker teker yerlerine geri bırakıyorum. Alışveriş yapmamanın gururuyla çıkıyorum Dost'tan.

"Kar yağıyor bugün Ankara'ya. Kar yağıyor uykularıma" Yüksel'den Ankaray'a iniyorum. Yağmur hala aynı pıtırtılarla devam ediyor. İddialarımı haksız çıkardı, coşarak sırılsıklam etmedi. Şimdilik sadece ince gömlekten kaynaklı hafif bir ürperti var, o kadar. Bahçeli'ye Ankaray'la mı gitmeli, dolmuşla mı? Gideceğim yere çok yürümek işime gelmiyor. Az da olsa yağmur atıştırıyor, ben Ankaray'dan indiğimde artmış olur. Gidene kadar sırılsıklam olurum. Yağmur en çok ne zaman yağar? Yağmur en çok dolmuş beklerken yağar. Çünkü dolmuş bekliyorsundur ve dolmuş gelmiyordur. Milli kütüphanede beklerken saatlerce gelmeyen ODTÜ dolmuşlarından sen Kızılay'da Bahçeli dolmuşu beklerken iki tane kalkar (Armadodtü, armadodtü!), Bahçeli dolmuşu ise trafiğe takılır, gelemez. Seninle birlikte bekleyen teyzeler simitçinin şemsiyesinin altında toplaşırlar, güvercinler gibi huzursuz etrafı izlerler. Sonunda beklenen dolmuş gelir, anında dolar (simitçinin şemsiyesi de anında boşalır) ve kalkar. 

Benim de böylece Ankara'daki ufak yürüyüş turum sona erdi. Daha çok vaktim olduğunda pasaj gezmece, Ulus'a gitmece, tamamen gelinlikçilere terkedilmiş İzmir caddesinde dolaşmaca, Amerikan çarşısına uğramaca. Belki Ankara Sanat'ta bir etkinlik vardır. Hava güzelse Aylak Teras'ta bir mola (sırf o merdivenler bile mola gerektirir), Cer Modern'de bir oyun, ya da Seğmenler'de keyif, belki Neva Palas'ta bir tasarım haftasonu vardır. Belki de yoktur, sadece Ankara vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder